Uzun süredir, gündelik hayatın türlüsüyle, sağlık işleriyle, bilgisayarımla, internetle, telefon santralcılarıyla, sekreterlerle başım hiç de hoş değil. En önce görevleriyle ilgili işlerini pek bilmiyorlar ve genellikle abartıyorlar.
Bu yazıyı yazmak için bilgisayarın önüne oturduğum zaman, ekranın sağ tarafında “erişebilirlik kontrolü” başlıklı bir sütun gördüm, altında şunlar yazılı:
ist accessibility check opt (enekler) -Accessibility errors -Document -Accessibility warnings -Formating
Türkiye’de genellikle ve özellikle Türkçe bilenlere satılan bir makinede, araçta neden İngilizce bilgiler ve emirler var? Bu büyük bir hizmet kusuru değil mi? Kimse İngilizce bilmek zorunda değil. Bilgisayarın ekran üzerine gelen kullanım bilgileri ülkemizde kesinlikle Türkçe olmalı. Bildiğiniz gibi bilgisayarımdan şikâyetçiyim, yenisini alacağım. Bilgiler Türkçe mi, diye soracağım. Bu konuda başta VATAN mağazaları olmak üzere bütün bilgisayar satıcılarını uyarırım. Bir dernekleri ya da sendikaları varsa bütün üyelerini uyarmalıdır. Bu isteğim müşteri (koruma) derneklerini de ilgilendirir ki bilgilerine.
Tuhaflık bu kadar değil: Bu bilgisayarı alırken büyük bir mağazanın satıcısı, “Neden alıyorsunuz, nerede kullanacaksınız?” diye sorunca şaşırmıştım. Meğer oyun oynamak için satın alanlar da varmış.
Bir devlet dairesine telefon edip biriyle görüşmek istediğinizi söylüyorsunuz. Santral görevlisi, “Ne konuşacaksınız?” diye soruyor. Telekom’u hava tahmin raporu için arar mısınız? Bu soruyu ancak makam sekreteri ya da makam sahibi sorabilir. Ama telefon operatörü soruyor. Soruyor çünkü ilgili yerin bir “görev ve yetki yönetmeliği” yok! Varsa bile görevliler okumadıkları için bilmiyorlar.
Bu işleri bilirim. Çünkü TRT Televizyonu kurulurken (1968-69) Alpaslan Öner adlı bir görevli ile “kuruluş ve görev yönetmeliği”ni birlikte yazmıştık. Bu altyapı olmazsa işler doğru yürümez.
Sizi şahsen ve ad olarak tanımayan bir yeri ararken mesleğinizi ve unvanınızı söylemeniz gerekir. Bu görgü kuralları gereğidir. Eskiden bir adabımuaşeret el kitabı vardı.
Geçenlerde bir konuda bilgi almak, gerekirse yazmak amacıyla şu anda bulunduğum yerin belediyesini aradım. İlgili yerin telefon santralında görevli hatun, kendimi tanıtırken Cumhuriyet gazetesi yazarı olduğumu söylediğim halde bana “Ne konuşacaksınız?” diye sormaz mı? O hatuna “HANIMEFENDİ KARDEŞ BİR GAZETECİYE BÖYLE BİR SORU SORULMAZ, GÖRÜŞME YAZILMADIKÇA GİZLİDİR. SİZ İLGİLİYE SÖYLEYİN KARARI KENDİSİ VERİR” dedim. (Ve bu cümleyi belleklere iyice yerleşsin diye büyük harflerle yazdım. Genç meslektaşların dikkatine!) Bunun üzerine “basın ve yayın bölümü” ile de konuşmak istediğimi söyledim. Gene “Ne konuşacaksınız!” demez mi... Böyle bir soruyla karşılaşan ters ve muzip birisi, “Kız tavlamak (kumar oynamak) için nerede buluşacağımızı haber verecektim” diyebilir vallahi.
Bu türden tuhaflıkları anlatmak, örneklemek için eski bir Türk filminden örnek veririm: Ayhan Işık filmde karşısındaki oyuncu Hulusi Kentmen’e “Müşerref oldum efendim!” diyor ve Ayhan Işık, “O şeref bana ait” dediği anda sinema salonu alkıştan yıkılıyor. Sanki Ayhan Işık, “Ulan sen benim şerefimi nasıl alırsın?!” demiş gibi.
Bir de 34 (İstanbul) plakalı araçlardan, özellikle de özellerinden çok şikâyetçiyim. İstanbul’da araba kullanmadığım için orada sürücüler nasıl kullanıyorlar, bilmiyorum. Sürücüler, taşrada, Pistanbul dışında sömürge ülkesine gelmiş gibi araba kullanıyorlar. Geçerken, trafik ışıklarına gelmeden, dururken ve hareket ederken lambalarından işaret vermiyorlar. Olmadık yerlere, işaretli yaya geçitlerine park ediyorlar, başkaları umurlarında bile değil. Tamamını kınıyorum. Otomobil sahibi olmak bir ayrıcalık değil. Böyle davranmak görgüsüzlüktür, çok ayıptır.
Son zamanlarda, bir de “Konum gönder!” çıktı. Elinde adres var. Neden konum istiyorsun, kendin bul. Örneğin ben konum göndermeyi bilmiyorum, öğrenmeye de niyetim yok.
Bir de taksi şoförleri var! Dünyanın büyük kentlerinde, küçük kentlerinde binlerce taksiye bindim. Sürücüler saygılı ve çok kibar. Ve hepsinde alfabeli kent adresleri var. Araçlar misk gibi kokar. Atina taksicileri de berbat ama bizimkilerden daha iyiler.
Muhatap olduğum meslekler arasında berberler çok iyi. Bilgisayar ve internet işleri yapanların yüzde 99’u mesleki bilgiden yoksun. Deneyerek öğrendim. Bilgisayarımı berbat ettiler. Televizyon teknisyenlerinin çoğunluğu iyi.
Uzatmanın gereği yok! AKP düzeni avukatlar, doktorlar, mimarlar VE GAZETECİLER olmak üzere bütün mesleklerin ahlakını bozdu. Askeriyede de neredeyse durum aynı...
Eskiden Türk beyliklerinde ve devletlerinde, Osmanlı döneminde benim türümden insanlar devlete ve yöneticilere kitap boyutlu şikâyetnameler yazarlardı. Bu yazı da bir şikâyetname. Görev bilincine ve onuruna sahip görevlilerin dikkatine!
Orhan Kemal’in Murtaza adlı romanından yazımla ilgi bir alıntı yaparak konuyu kapatıyorum:
“Vazife bir sırasında görmeyecek gözün evladını. Demeyeceksin cigerparem. Görmeden kurs. Almadan sıkı terbiye büyüklerinden.”
“Gördüm kurs. Aldım sıkı terbiye hem de disiplin amirlerimden.”
“Murtaza”yı şimdiye kadar okumadıysanız mutlaka okumalısınız!