Eylem Şafak Aydın için...

Eylem Şafak Aydın için...

08.02.2025 04:01
Güncellenme:
Takip Et:

Son zamanlarda, yangınlardan çıkıp depremlere, depremlerden kurtulup yangınlara taşınan hayatlarımız yalnızca “trajedi” sözcüğüyle örtüşüyor. TDK’ye göre anlamı, “çok üzücü ağlatı” olan bu sözcüğün içinde debelenirken yaşayıp görüklerimiz bize talihin vahim biçimde tersine döndüğü koşulları, evrensel düzenin ihlalini, dehşet verici ve sersemleten sonları, felaketle iç içe geçen akıl dışılığın insana ettiklerini söylüyor. Sözcük kendi anlamından çok daha derinini ve büyüğünü ifade ediyor bizler için. Çünkü hayatlarımız, bu ülkede pamuk ipliğine bağlı. Rantseverler ve çıkarseverlerin aşırılıklarına, akıldışılıklarına kurban edildik. Trajik olana kapılmamız kör bir karanlığa hapsedildikten sonra başladı. Halkımız, bu baht dönüşünün iktidarlar ve onların sunduğu bataklıkların içinden geçerken fark edemedi. Uyaranlara kulağını kapadı. Anladığında ise sadece yıkıntıların arasında mezarsız ölülerin çığlıklarına kurban edilen hayatlar kalmıştı. Kalanlar, molozların arasında her gün daha fazla yitip gitti. Bu acıların karşısında Antik Yunan tragedya yazarları bile isyan ederdi. Onların şiirlerindeki toplumun dengesini altüst eden insana ait zaaflar sıradan kaldı yaşadıklarımızın yanında. Ancak isyan yerine tevekkül etmek tercih edildi. Yeniden hayatın sonsuz sancısı içindeki sıradanlığa kapıldı insanlarımız.

Bir kış günü, Hatay depreminde hayatını yitiren Eylem’i toprağa vermek için çıktık yola. Eylem, babası Orhan Aydın’dan el alan gencecik bir tiyatro sanatçısıydı. Anneannesinin taziyesi için birkaç günlüğüne Hatay’a gitmiş, orada yakalanmıştı depreme, rantgözlerin “para, para...” deyişine. Orhan Aydın enkazın altında ses veren kızı için hepimizin gözlerinin önünde ve gözümüze sokarak çırpındı. Günlerce, saatlerce kepçe getirtmek için uğraştı. Parayla satılan çadırların arasından seslendi koca ülkeye. Bizler duyduk ama duyması gerekenler duymadı. Bu kadar büyük felaketlerden sonra simge isimler unutulmaz: Eylem, deprem sonrasında yalnızca böylesine vahim bir ihmalin kurbanı değil, simge ismiydi adeta. Onun özelinde solmuş hayatlara, kaybolduğu söylenen çocuklara, deprem sonrasında da yaratılan çıkar çetesine, adaletsizliğe, sömürgenlere itiraz ettik. O gün Akyaka’da, ormanın içinde Eylem’in narin bedenini gömerken, İngiliz kuramcı John Orr’un Antik Yunan tragedyaları ile modern çağın dramalarını ele alırken söylediği, “temel trajik deneyim, telafisi olanaksız bir insani kayıp deneyimidir” sözüyle yeniden buluştum. Yanımdaki dostlarımla çok ağladığımız, dahası Eylem’in yaşama sevincini düşününce tam tersi duyguya savrulup boğulurcasına güldüğümüz bir başka bir gün olmadı hayatımda.

Eylem ve on binlerce insan toprak altında can verirken, sanatçılar yardım kampanyaları için buluştu, kimi ödenekli ve özel tiyatrolar kalanlara sanatla merhem olmak amacıyla hizmet sundu. Ancak bir yaşama ve vicdan kültürünün öncüsü olan tiyatro, toplumsallığı da içinde barındırarak depremin etkilerini sunan bir tartışma hattına girmekten kaçındı. Oysa Ankara Halk Tiyatrosu, 1970’lerde yargılanma pahasına deprem ve sonrasındaki zulmü göstermekten kaçınmamıştı. 17 Ağustos sonrasında Dostlar Tiyatrosu, Behiç Ak’ın “Fay Hattı” oyununu sergileyerek depremde yıkılması muhtemel olanın sadece evler değil, toplumun en küçük birimi olan aile olduğunu orta sınıfın ahlak çöküntüsü üzerinden tartışarak vermişti. Bizler bu meselede sınıfta kaldık!

Günümüzde, hele hele modern toplumlarda trajedi algısı, modası geçmiş bir konu olarak yorumlanabilir pekâla. Çünkü binlerce yıl öncesinin yaşama anlayışı yiğit savaşçılar, kurban edilmeye meyilli bakireler, kaderin sunduğu değerler üzerinden rahatlıkla ele alınıp metafizik eğilimler, tanrılar ve sahte kahramanlara atıfta bulunan bir değerlendirme yapılabilir. Bizim trajedimiz ise kapitalizmin tekelinde çürüyen toplumdaki dinbazların para kazanma züppelikleriyle örgütlenerek hepimizi yıkıma sürüklemesinden geçiyor. Bu gerçeği göz ardı etmeden kendi değerler silsilemizi yaratmak zorundayız.

Yıllar önce Can Yücel’in cenazesinde torunu, “Dedemi nereye ekeceksiniz?” diye sormuştu. Bu soru hem toprağın bize yaşamsal bir döngü olduğunu söylüyor hem de bu ülkede Can Yücel zekâsının ve birikiminin süreceğine işaret ediyordu. Biz, her şeye rağmen iyiliği ayağa kaldırmak, yine de umudu omuzlamak zorundayız. Ama akılla, bilinçle ve bilgiyle.

Eylem de böyle isterdi, kuşkusuz.

Yazarın Son Yazıları

Kapitalizmin laneti futbolda şike...

Sam Shepard’ın yazdığı “Aç Sınıfın Laneti” vahşi Amerikan rüyasının çöküşünü bir çiftlikte yaşayan dört kişilik ailenin hikâyesi üzerinden anlatır bize.

Devamını Oku
06.12.2025
Erhan Gökgücü Ödülleri

Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında aklımda ellenmeden duran bir bölüm vardır.

Devamını Oku
29.11.2025
Çocuk Mezarlığı

Geçtiğimiz hafta Urfa’da marangoz atölyesinde çalışan bir çocuk işçi cezalandırılmak maksadıyla önce soyuldu.

Devamını Oku
22.11.2025
Evler...

Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de...

Devamını Oku
15.11.2025
Bizi Öldürdükleri Yer: İlhan Erdost Mezarlığı

12 Mart’ın hemen sonrası.

Devamını Oku
08.11.2025
Otel odalarında…

Otel odalarında…

Devamını Oku
01.11.2025
Bir Davanın Düşündürdükleri: Toplumsal Cinayet

Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, dünyanın en güzel adalarından birinde geçer: Mercan.

Devamını Oku
25.10.2025
Kitabın onurunu korumak

D.H. Lawrance “Kitaplar” adlı denemesinde, “Bir kitap iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. Yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer...” diyor.

Devamını Oku
18.10.2025
Okan Toygar’la Ataol Behramoğlu söyleşisi: ‘Hayatımız Güzeldir’

Yıl: 1983. Tren iki saat kadar rötar yaptığı Kapıkule’den ayrılmak üzere.

Devamını Oku
11.10.2025
Bir kadının hikâyesi

Kardeşim Zeynep Altıok’la birlikte geçtiğimiz haziran ayında Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Asım Bezirci üzerine bir panel gerçekleştirmiştik; şimdi de Bezirci için o panelden yola çıkarak hazırlayacağımız bir kitap çalışması için kolları sıvadık.

Devamını Oku
04.10.2025
Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda Yaşar Kemal

“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır...

Devamını Oku
27.09.2025
Çizgi roman denilince...

90’lı yıllarda Ankara’da bir üniversite öğrencisiyken ders çıkışı sınıf arkadaşımla sahafları dolaşırdık.

Devamını Oku
20.09.2025
Hangi 12 Eylül?

Yıllar önce okumuştum Yiğit Bener’in yazdığı “Eksik Taşlar” romanını.

Devamını Oku
13.09.2025
Kültürün demokratikleşmesi için festivallerin yaygınlaşması

Son yıllarda “kültür politikası” üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek.

Devamını Oku
06.09.2025
Yanı başımızda oluşan nefret dili

Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız.

Devamını Oku
30.08.2025
İki deprem: Sındırgı depremi ile siyaset depremi

“Hadi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,/ Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları...”

Devamını Oku
16.08.2025
Gazze’de katliam, dünyada ikiyüzlülük

Geçtiğimiz günlerde son on beş yıldır Gazze’ye gönüllü olarak giden İngiliz doktor Nick Maynard’ın İsrail’de devam eden gaddarlığı anlattığı haberler yansıdı basına.

Devamını Oku
02.08.2025
Adalet terazisi

Paris’te bir sonbahar günüydü...

Devamını Oku
26.07.2025
Attila Jozsef dosyası

“Notos” dergi bu ayki sayısında Sevgican Yağcı Aksel’in hazırladığı Attila Jozsef dosyasıyla okurla buluşuyor.

Devamını Oku
19.07.2025
Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Devamını Oku
12.07.2025
Bir yangının külü...

Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner...

Devamını Oku
05.07.2025
Bilimden yana edebiyata doğru

Bizlerin yaşam döngüsü tam otuz iki yıldır ortaçağ karanlığı olarak nitelendirdiğimiz Sivas katliamının yaşandığı o kara günde saklı...

Devamını Oku
28.06.2025
Nükleer savaş dersleri

Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye.

Devamını Oku
21.06.2025
Siz Nihat Genç deyin ben abi…

Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını “birleşme” olarak yorumlar...

Devamını Oku
14.06.2025
Cezaevi kapısında...

Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok!

Devamını Oku
07.06.2025
Sarıyer Edebiyat Günleri

Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri”nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar’la birlikte konuşmacıydım.

Devamını Oku
31.05.2025
Bir Aydınlanmacı: Refik Ahmet Sevengil

Elimde uzun süredir Cemal Ünlü’nün kaleme aldığı “Söylemenin Vakti Var: Bir Yirminci Yüzyıl Bilgesi: Refik Ahmet Sevengil” kitabı var.

Devamını Oku
24.05.2025
İç sıkıntısı

Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar.

Devamını Oku
17.05.2025
Dün, bugün, yarın

Dün, bugün, yarın

Devamını Oku
10.05.2025
Bir ‘örgü’ meselesi

Bir ‘örgü’ meselesi

Devamını Oku
03.05.2025
Yazarın masası

Yazarın masası

Devamını Oku
26.04.2025
Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Devamını Oku
19.04.2025
İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

Devamını Oku
12.04.2025
‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

Devamını Oku
05.04.2025
Hüzünlü bir tiyatro günü

Hüzünlü bir tiyatro günü

Devamını Oku
29.03.2025
Onur mücadelesi

Onur mücadelesi

Devamını Oku
22.03.2025
Başka bir sağlık sistemi mümkün

Başka bir sağlık sistemi mümkün

Devamını Oku
15.03.2025
‘Kadınlar da Vardır’

‘Kadınlar da Vardır’

Devamını Oku
08.03.2025
İç dökümü

İç dökümü

Devamını Oku
01.03.2025
Kral Çıplak

Kral Çıplak

Devamını Oku
22.02.2025