Barış Terkoğlu

Kanla yazılan yazı

31 Aralık 2018 Pazartesi

Size bu yazıyı mürekkeple değil, kanla yazıyorum. Hokkamda katledilen aydınların yaşam suyu var.
Hapisten çıkınca yabancı bir gazeteciden duymuştum: “Türkiye’de yazarlar hiç vazgeçmiyor. Bizim ülkede bunlar olsa insanlar kalemini bırakır.”
Sahiden mahkemede şunu söylemiştim:
Benim ülkemin aydını, Magosa’da Namık Kemal’in gözlerinden vatanına bakmayı öğrendi. Zekeriya Sertel’in gözünden Bekirağa’da yatmayı, Sabiha Sertel’in gözünden Tan Baskını’nı öğrendi. Benim ülkemin aydını, Nâzım Hikmet’in gözünden sürgünü, Sabahattin Ali’nin gözünden kafası taşla ezilerek öldürülmeyi öğrendi. Aziz Nesin’in gözünden mahkeme mahkeme, hapishane hapishane dolaşmayı, İlhan Selçuk’un gözünden Ziverbey Köşkü’nde işkence görmeyi, Hasan Basri Alp’in gözünden Sansaryan Han’dan aşağı düşmeyi öğrendi. Benim ülkemin aydını Uğur Mumcu’nun gözünden şarapnel parçasıyla ölmeyi, Abdi İpekçi’nin, Çetin Emeç’in, Turan Dursun’un, Musa Anter’in, Hrant Dink’in gözlerinden sırtından vurulup düşmeyi öğrendi. İlhan Erdost’un gözlerinden dövüle dövüle, Metin Altıok’un gözlerinden yanarak ölmeyi öğrendi. Ne kadar çok acı, işkence öğrendi. Bir tek şeyi öğrenemedi benim ülkemin aydını, yenilmeyi öğrenemedi.
Bugün görülüyor ki bize bildiklerimizi yeniden öğretmeye çalışıyorlar, öğretemeyecekler.

Meğer ‘tek tip’e karşılarmış
Öğrenci Andı’nı tartıştığımız günlerdi. Kravatlı dinciler televizyonda gerdan kırarak anlatıyordu: Tek tipleşmeye karşıyız!
Oysa kendi dergâhlarında sakalınızı nasıl keseceğinizi de, cinsel ilişkiye nasıl gireceğinizi de, nasıl giyineceğinizi de anlatacak kadarlardı.
O günlerde, İstanbul’da, AKP’li belediyelerin ve bazı ilahiyat fakültelerinin desteğiyle, “Hayatın Anlamı İman” sempozyumu düzenlendi. Ancak radikal dinciler, bir grup ilahiyatçıyı günler öncesinden hedef almaya başladı. “İmanı imansızlar mı anlatacak” dediler, “kâfir” dediler, “zındık” dediler… Nedeni “tarihselci” dediklerinin, Kuran’ı tarihle ve akılla yorumlamasıydı. Sonunda Prof. Dr. Ömer Özsoy ve Prof. Dr. İlhami Güler’in konuşmaları engellendi. Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ü ise durduramadılar.
Ne dedi Öztürk?
Bu gidişat iyi bir gidişat değil. Bu böyle giderse, bu şımarıklık pervasızlık böyle sürer giderse, ya biz Afganistan-Pakistan olacağız, Müslümanlar birbirinin gırtlağını sıkacak, ya 28 Şubat’a rahmet okutturarak, devlet eliyle ikinci bir sopa gelecek. ‘İlahiyat da benim, Diyanet de benim, devlet de benim, din de benim’ diyen bu kitlelere artık bir dur denilmesi gerekiyor. Bu ülkede farklı seslerin dillendirilmesine mani olan bu faşizan dile artık bir son verilmesi devletin boynunun borcudur.
Çözümünü de yazdı:
Türkiye Cumhuriyeti cemaat cenneti olmaktan bir an önce kurtulmalı, kurtarılmalı… Dini kisveye büründürülmüş magandalık kültürünün memleket sathında daha fazla yaygınlaşmasına ruhsat tanınmamalı.”

‘Tövbe etmezse katledilmeli’
Kadınlar kot pantolon giymesin, kaşını almasın, üniversiteye gitmesin” diyen Diyanetçi İhsan Şenocak, “Charlie Hebdo’dan daha tehlikeli” dediği Öztürk için bakın ne söylüyordu:
Kuran’a saldırmaya devam ettiği müddetçe ‘menzilimiz’den çıkmayacağını bilmesini isteriz”.
Charlie Hebdo’yu biliyorsunuz, El Kaide’nin eylemiyle 9 çalışanı katledilen dergi. Türkiye’de Diyanet cüppesiyle radikal dinciliği yayan Şenocak, Öztürk’ü açıkça tehdit ediyordu.
Bu kadarla kalmadı.
Susturamadıkları Öztürk için önce bir ilahiyatçı “Ulema sorgulasın, tövbe etmezse katledilmeli” diye yazdı. Ardından Havran Müftüsü “kâfir” ilan edip “Peygamberimiz olsa bunu öldürtürdü. Ka’b bin Eşref’i öldürttüğü gibi” dedi.

Cihatçı terör Suriye’den Türkiye’ye süpürülüyor
Devletten maaş alan dincilerin katliam çağrısı ne ilk ne de son.
Yaklaşık bir haftadır biz de bir katliam çağrısının hedefindeyiz.
Önce Odatv’de yazan bir din öğretmeninin tercümesinden tam 40 gün sonra “peygamber düşmanlığı” yalanını ürettiler. Oysa tıpatıp aynı ifadeyi hem Diyanet hem de Başkanı kullanmıştı.
Sonra 1990’lı yıllarda aydınları kaçırıp, yeraltındaki tünellerde domuz bağıyla katleden ve ardından mezar evlere gömen Hizbullah’ın yayınları bizi günlerce hedef gösterdi. Sosyal medyada aynı merkezden katliam tehditleri yazdılar.
Ve cumartesi önümüze düştü. Aynı örgütün yayınına konuşan Siirt Müftüsü Ahmet Altıok, Charlie Hebdo’nun, Ka’b bin Eşref’in adını verdikten sonra “hiçbirinin yanına kâr kalmamış bu yaptıkları” dedi. Gülümseyerek “Tevbe kabul edilir biliyorsunuz ölmeden önce” ifadelerini kullandı. Hizbullah’ın yayını da adımızı vererek duyurdu.
Ne garip, bazı dinci yayınlar tam da bu dönemde “28 Şubat mağdurları” diye eli kanlı Hizbullahçılara tahliye çağrısı yapıyor!
Tesadüf mü?
Görülüyor ki Şam’da “terör dönemi” biterken, Ankara bir yol ayrımına hazırlanıyor. Suriye’den uluslararası mutabakatla süpürülen terör çeteleri, kendilerine yeni bir yol arıyor. Türkiye’de bir dizi ilahiyatçıdan kimi tarikatlara, dinci örgütlerden devlette yuvalanan gruplara kadar ulaşan bir “cihatçı ağ”dan söz ediyoruz. Kendileri gibi düşünmeyenleri “din düşmanı” ilan ediyor, “katli vacip” fetvaları veriyorlar. Kimilerinden 2019’da “kıyam günü”nden bahseden fısıltılar duyuyoruz. Birileri Ortadoğu’daki kanlı boğazlaşmayı ülkemize taşıma niyetinde. Bize tepkilerinin nedeni ise ne peygamber sevdası ne de dini hassasiyet. FETÖ’den boşalan araziyi dolduran bu kirli ağı deşifre etmemizi istemiyorlar.
Binali Yıldırım’ın “Devlet millete değil, kendisine olağanüstü hal ilan etmiştir” lafı acı bir itiraftı. Zira iki generalden, üç yargıçtan, dört polisten birinin terörle anıldığı günleri yaşadık. Bu sefer “kandırılma”nın telafisi yok. Türkiye’yi, yargısını, polisini, Diyanet’ini terör çetelerine teslim edecek misiniz? Yapmayın, dinci teröre tavır alın.
Biz mi?
Yaşarsak nefesimizle kelebek gibi çiçek tozlarını taşırız. Ölürsek topraktan çıkar zeytinin çekirdeği oluruz.
Türk aydınına daha gerisini kabul ettiremezsiniz!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları