Burnumuzla sadece nefes alsaydık en çok kötü kokuların sahipleri mutlu olurdu.
Şoförler şoförlerle yargılama yapmıyor. Berberler müşterilerine iddianame yazmıyor. Gel gelelim... Yargı, kendini eleştirenleri, üniformanın gücünü kullanarak cezalandırıyor. Şahsi menfaat aracı olmaması gereken yargı, intikam aracına dönüşüyor. Sahi bu da yolsuzluk değil mi?
Bir değil, iki değil, üç değil, dört kez...
İstanbul cumhuriyet başsavcısı koltuğunda oturan eski başsavcı, ondan sonraki, ondan sonraki ve en sonuncusu... Furkan Karabay’a, yargılamaları eleştiriyor diye “hedef göstermek”ten dava açtı. Bir değil, iki değil, üç kez; yargının bu haline rağmen, Furkan beraat etti. Şimdi dördüncü yargılamada, üçüncü tutukluluğunda, ilk duruşmasına çıkacak.
Bu kez uslanmayan Furkan’ın burnu iyice sürtsün diye düşünüldü ki suçlamada potpuri yapılmış: “Cumhurbaşkanına hakaret, zincirleme şekilde terörle mücadelede görev almış kişileri hedef gösterme, kamu görevlisine hakaret...”
Mağdur: Cumhurbaşkanı, üç savcı ve bir hâkim.
YALAN MI SÖYLÜYOR
Adam öldürenlerin elini kolunu sallayarak gezdiği düzende, Furkan bunca suçu nasıl işlemiş derseniz, iddianamede 7 tweet, bir YouTube yayını var.
İddianamede hangi ifadenin neden suç olduğu anlatılmıyor. Yargıtay kararlarına ya da yerleşik içtihatlara atıf yapılmıyor. Furkan’ın cümleleri konup, “Bu suçtur” yazılmış. Haliyle suçu anlayamıyorsunuz.
Bir ipucu var.
“Cıs”lı kısımlar kalın yazılmış!
Mesela cumhurbaşkanına nasıl hakaret etmiş? Bir zamanlar Ergenekon kumpası savcılarına destek verdiğini söyleyerek!
Peki yalan mı?
Değil.
Erdoğan’ın Ergenekon davası için “Ben bu davanın savcısıyım” dediği, Zekeriya Öz’e kendi zırhlı aracını verdiği, kamuoyu önünde defalarca faaliyetlerini savunduğu basit bir arşiv taramasıyla bulunabiliyor. Üstelik cumhurbaşkanı, defalarca, bu yüzden “Milletim beni affetsin” diyerek özür diledi, özeleştiri yaptı.
Elbette savcılık bunları bilmiyor olamaz. Belli ki Furkan’la şahsi hesaplaşmaya “cumhurbaşkanına hakaret” perdesi çekilmek isteniyor.
BAŞSAVCI FOTOĞRAFI SUÇ MU
Herhalde 7 tweette bir şey vardır diyeceksiniz? Hayır, bizzat savcının kalın harflerle yazdığı yerleri aktarayım:
- “İddianameyi hazırlayan savcı, Akın Gürlek’in İstanbul cumhuriyet başsavcısı olmasıyla terör suçları soruşturma bürosunda görevlendirilmişti.”
- “Akın Gürlek’in, 9 Ekim 2024’te İstanbul cumhuriyet başsavcısı olmasının ardından aynı soruşturmanın kapağı bir kez daha açıldı.”
- “İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Can Tuncay tarafından İmamoğlu hakkında tehdit, kamu görevlisine hakaret ve terörle mücadele eden kişiyi hedef gösterme suçlamalarından iddianame hazırlanmıştı. 7 yıl 4 aya kadar hapis cezası isteyen Can Tuncay, İmamoğlu’nun sözlerinin Akın Gürlek üzerinde korku yaratma amacı taşıdığını iddia etmişti.”
- “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da yeni Başsavcı Akın Gürlek sonrası siyasi nitelikli operasyonlarında adliyede çok sayıda polis görevlendirmişti.”
Bunun gibi 3 cümle daha var. Basit haber cümlelerinin ötesinde hedef gösteren ya da tehdit eden tek bir ifade yok.
Savcılık suçu şöyle açıklamış: “İsimlerine ve kişisel veri konumundaki fotoğraflarına yer verilerek mağdurların açık kimlik bilgilerini ortaya koyacak ve toplum içerisinde teşhir edilmesine olanak sağlayacak şekilde (…)”
Yani savcılığa göre, Furkan’ın haberlerinde, savcı adı ve fotoğrafı yayımlaması suç. Oysa her gün haberlerde yer bulan, hatta son dönemde basını davet edip açıklama yapan, hatta geçenlerde Yeni Şafak’a fotoğraflı röportaj veren savcının adı ve fotoğrafı gizli değil. Elinizdeki telefona yazın, binlerce fotoğrafını bulabiliyorsunuz. Nitekim Furkan, haberindekini kendisi çekmemiş, başka bir haberden almış.
Üstelik, benzer davaları yıllarca takip ettim. Yargıtay kararlarını okudum. Kanundaki “terörle mücadelede görev almış kişiler” tanımı savcı ya da hâkimleri kapsamıyor. Somut olarak terör örgütleriyle karşı karşıya gelen, bu nedenle örgütün hedefi olan kişileri anlatıyor. Bu kişileri korumak için çıkarılmış bir yasa, duruma uydurularak Furkan hapsedilmiş.
SAVUNMASI DA SUÇ OLDU!
İronik bir durum daha var. Peki o “bir hâkim” nasıl mağdur olmuş diyeceksiniz.
Tutuklulara her ay tutukluluk incelemesi yapılıyor. İddianameye göre, 11 Temmuz’da, Furkan hâkim önüne çıkarılmış. Avukatını istediği halde çağrılmamış. Bunun üzerine şunu söylemiş: “Avukatımın dinlenmesini istemiştim. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı suç işlemeye devam etmektedir. Burada verilecek karar sizin yargı mensubu mu yoksa çete mensubu mu olduğunuzu gösterecektir. Tutukluluk devam kararı vermeniz halinde siz de suç işlemiş olacaksınız. Tahliye konusunda takdir sizindir. Benim herhangi bir talebim yoktur.”
Furkan’ın mahkeme önündeki bu isyanı da suç sayılmış: “(Hâkimin) onur, şeref ve saygınlığına yönelik küçük düşürücü nitelikte olduğu ve mağdurun toplum içindeki saygınlığını zedelemeye yönelik olduğu (…)”
Listeye böylece bir hâkim de eklenmiş!
Sonuç olarak gencecik bir gazeteci, sadece yazdıklarıyla rahatsız ediyor diye, dava yaratılarak ellerinin altındaki mahkemede, 29. doğum gününde üçüncü kez tutuklandı. 200 gün boyunca çoğunlukla 40 kişilik adli koğuşta yatırıldı. Yazması engellendi, sosyal medya hesabı yasaklandı. O ise, eline gücü geçirince yalnız zulmün hikâyesini yazanlara inat, Türk aydınının hapishane edebiyatına bir öykü kitabı ekledi. Yakında raflarda olacak.
Yarın Çağlayan’da 25. Ağır Ceza’da 10.30’da mahkemeye çıkıyor. Duruşmayı izlerken Furkan’ın en çok burnuna bakacağım. Bakalım, “Beni nasıl yazarsın” diyenler 200 günde sürtebilmiş mi?
Burnumuzu ancak “vazife olmayan”a soktukça dünyayı zorbalıktan koruruz.