“Bizi cehennemle korkutuyorlar ki dünyada onlara boyun eğelim.” (P.Gregory-Öteki Boleyn Kızı)
İngiliz (Anglikan) kilisesinin başına, birkaç gün önce, ilk kez bir kadın başpiskopos geldi. Bir önceki rahip, kilisenin istismar skandallarını örtbas ettiği için istifa etmişti. Zaten koca Anglikan kilisesi; aslında din, siyaset, ahlak üçgeninde doğmuştu. VIII. Henry, Catherine’den boşanıp Anne Boleyn ile evlenmesine izin vermeyen Katolik kilisesine kızıp İngiltere’yi Roma’dan koparmış, Anglikan mezhebini yaratmış, kendisini de başı ilan etmişti. Din millileşirken yozlaşma kendisine yerli bir yol bulmuştu.
Birkaç gündür bu hikâyeyi düşünürken telefonum çaldı. Telefondaki ses, yüz yüze görüşmek istiyordu. “Kimsiniz” sorusuna “Fatihli Müslümanlar” yanıtını verdi. Tanıdığım bir ismi referans vererek buluşmak, Osmanlı’nın cihanı yönettiği yerdeki tarihi camilerin sorunlarını anlatmak istiyordu. Öyle ya, iktidar gazeteleri bu işlere girmezdi.
Ortak tanıdığımızı da alıp Arapça tabelaların daha çok göründüğü semte gidip dinledim.
SULTAN MEHMET’İN MİRASI NE HALDE
İlk olarak İstanbul’un fethinin ilk 20 yılında yapılmış Murad Paşa Camisi’nde olanlardan şikâyet ettiler. “Ne eksiğiniz var” diye sorup, “imam” yanıtını alınca şaşırdım. Diyanet, turizm bölgesinde, sürekli enternasyonal cemaati olan bu camiye yakın zamana kadar sadece bir kadro atamış. Kendini İsmailağacı olarak tanıtan imam, pek çok zaman vakit namazlarında ortada görünmediği için, caminin sadık cemaatinden bir kişi kamet getiriyor, öbürü namazı kıldırıyormuş. “Gelse ne olur” dedi biri. İmamın oğluna kapıda para toplatmasından yazın klimaları çalıştırmamasına kadar camiyi kendi kafasına göre idare etmesinin hikâyelerini anlattı. Bir başkası caminin bakımsızlığından ve yeterince temizlenmediği için kötü kokmasından bahsetti.
Sohbette öğrendim ki, yakın zamanda, mücadeleyle caminin kadrosunu çiftlemişler. Meğer yeni gelen imam da Diyanet’teki skandallara başkaldırdığı için Fatih’teki tarihi bir başka camiden buraya sürgün edilmiş. Bir vatandaşın camiye vakfettiği lojmanın akıbeti belirsiz olduğu için yeni imama cemaat elbirliğiyle kalacak yer organize etmiş.
İMAM İMAMI TAKİPTE
“O niye sürgün edilmiş” diye sorunca daha da şaşırdım. Bana bu kez bir emlakçı gösterdiler. Bütün cemaat bu emlakçıda yaşananları konuşuyormuş. Anlattıklarına göre başkasının adına görünse de emlakçıyı Fatih’in (adını vermeyeyim) tarihi camilerinden birinin müezzini işletiyormuş. Fatih’te artık yaygınlaşmış olan günlük ev kiralama işinden zenginleşmiş. Onun da namaz vakitlerinde camisinde değil emlakçıda takıldığına çoğu şahitlik etti. Neyse ki camisinde altı kadro varmış da yokluğu pek hissedilmiyormuş.
“Bir emlakçıda ne olur ki” derken başladılar anlatmaya. Meğer çift girişi olan emlak dükkânının arka tarafında bir de yatak odası varmış. Sürgün edilen imamın görev yaptığı caminin kameraları bu dükkânı görüyormuş. Dükkânın bir yanından kadınların sokulduğunu, öbür yanından misafirlerin alındığını, içerde “sıradışı” işler döndüğünü kameralardan gören, bunları da arşivleyip Diyanet yetkililerine şikâyet eden imama, “Sen karışma, biz kulağını çekeriz” denmiş. Emlakçı müezzin yolunda devam ederken, başkaldıran şikâyetçi imamın yeri değişmiş. Günlük kiraladığı evlerde neler olduğunu anlatmayayım! “Dallas gibi” deyip gülümsedim.
BAĞIŞLA BOĞAZ SEFASI
Söze bir başkası girdi. “Siz bir de lojman işlerine bakın” dedi. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün elindeki binaları camilere lojman olarak verdiğini, bunun da normal olduğunu anlattı. Konuyu Ortaköy Camisi’ne getirdi. Camiye imamlar lojman olarak kullansın diye verilmiş bir bina varmış. Caminin eski imamı da burayı kullanıyormuş. Derken... Camiye atanan hatırlı bir imam bu lojmanı beğenmemiş. Tezkireci Osman Efendi Camisi’nin arka tarafındaki bir bina yeni lojman tahsis edilmiş. Yetmemiş... Ortaköy Camisi’nin kapısına “Kuran kursuna destek” pankartı asılmış. Fotoğrafları gösterdiler. Toplanan parayla müştemilat şeklinde minik bir Kuran kursu yapılırken yeni tahsis edilen bu dört katlı lojman da toplanan parayla aradan çıkarılmış. Yeni imam, boğaz manzaralı lojmanında yeni eşiyle mutlu bir hayat sürmeye başlamış.
RÜŞVETLE TAYİN SORUŞTURMASI
Ben ağzım açık dinlerken “daha dur” deyip bir dizi belge çıkardılar. Bu seferki yolsuzluk hikâyesiydi. Şöyle anlatayım... Yine tarihi Osmanlı camilerinden birinde görev yapan imam, bir başka tarihi camiye atanmak için dilekçe yazmış. Sonucu beklerken, devreye Diyanet’ten bir isim girmiş. “Senin işini hallederiz ama 2 bin dolar vermen lazım” diye rüşvet istemiş. “Bu nasıl iş” diyen imam il müftülüğüne kadar çıkıp rüşvetle atama işini şikâyet etmiş. Soruşturma açılmış açılmasına da... Şikâyet ettiği memur İstanbul dışında tayin edilip olay soğutulurken rüşveti şikâyet eden imama mobbing başlamış. Zavallı imam tayin beklerken en son İstanbul’un kenar ilçelerinden birine sürgüne gitmiş.
Zorla sendikaya üye yapılanlar mı dersiniz yoksa hâkimsavcı atamalarına bile müdahil olan imamlar mı? Üç saatlik sohbetimde “Fatihli Müslümanlar”dan çok skandal dinledim. Tamamını yukarılara taşımışlar, “kol kırılır yen içinde kalır” cevabını almışlardı. Anlattıkları her yozlaşma hikâyesini “Bu adamlar dinimize zarar veriyor” diye bitiriyorlardı.
Bizim Diyanet’in başına da bir gün bir kadın gelir mi bilmem. Ama Fatih sokaklarında “Allah korkusundan daha büyük korkular da varmış” diye düşünerek yürürken aklımda Anne Boleyn vardı. Boleyn ile evlenirken kiliseyi millileştiren Henry, bu kez Jane Seymour’a tutulunca Boleyn’e kumpas kurmuş, kendine oyuncak ettiği dinle hakkında idam fetvası çıkarmıştı. Son ricası İngiliz yerine Fransız bir cellat olan Boleyn, erkeklerin elinde iktidar için yozlaştırılan din anlayışına karşı kadın hürriyetinin sembolü oldu. “Yen” içinde saklanamayan kilisenin başına 490 yıl sonra bir kadının geldiğini ise göremedi.
Boleyn başını celladına sakince uzattığında dudaklarından son kez o kelimeler dökülmüştü: “Ona hiçbir kötülük dilemem.”