Küçük niyetler büyük sözlerin arkasına gizlenir.
Parti diyoruz. Parçalara ayrılmaktan geliyor. Bu bölünme kötü değil, hayırlı. Modern toplumun en önemli siyasi aracı olan parti, toplumun aynı çıkar ya da aynı görüş etrafında bir araya gelmiş parçalarını temsil ediyor. İşçilerin ya da köylülerin partisi, muhafazakârların ya da milliyetçilerin partisi...
Gelgelelim...
Despotik rejimler toplumun parçalara ayrılmış halini, haliyle partileri tehlike sayıyor. Başka sınıfları, başka toplulukları, başka fikirleri yok etmenin yolu olarak “partisizleşme”yi görüyor. Dolayısıyla partileri ya kapatıyor ya da işlevsizleştiriyor. Tabelası var ama siyaset yapamaz, seçime girer ama iktidara gelemez, onu savunanlar var ama karşılık bulamaz. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da partisizleştirilmenin öne çıkması tesadüf değil. Önce neoliberal düzen “ideolojileri” ölü ilan etti, ardından gelen baskıcı rejimler ise “kurumsallaşma”yı öldürdü. Toplumun başka çıkarları olan parçaları; örgütsüz, eylemsiz, görüşsüz kaldı. Siyaset “kendimin” dediğiniz partiye destek verdiğinizde bile aynı düzeni sürdürdüğünüz, çok sembollü ama tek partili düzene dönüştü.
‘AKP’Yİ AYAKTA TUTAN BENİM’
İkinci İmralı sürecinin tutanakları sızdı. Uzun sessizliğin ardından “tahrif edilmiş” olduğu söylendi. Gelgelelim, birincisi öyle değil. Kitap olarak da basıldı. Gerçekliğine dair hiçbir kuşku yok.
Masanın bir tarafında Öcalan’ın, bir tarafında Erdoğan’ın “Ben görevlendirdim” dediği devlet yetkililerinin, öte tarafında dönemin legal partisinin olduğu masada konuşulanlar “Bu dünyayı nasıl daha adil yaparız” içeriğinde değil. Bütün görüşmeler boyunca, kendisini Tanrı’nın dünyadaki gölgesi sanan Öcalan, o günün erki olan Erdoğan’a, “İktidarını sürdürmen için benimle işbirliği yapman lazım” mesajı veriyor:
“AKP’yi ayakta tutan benim”, “Biz AKP’yi çıkartan gücüz”, “İslamcıların 40 yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik, biz AKP’ye iktidarı altın tepside sunduk, bize bir teşekkür etmedikleri gibi ikinci Atatürk rolüne soyunup daha çok üstümüze geldiler”, “Bu güç (FETÖ’yü kastediyor) MİT’e de darbe planladı, ben hemen devreye girdim, ‘Bu darbedir’ dedim”, “Darbeyi önleyebileceğimi fark ettim ve süreci başlattım”, “Ben AKP’nin tam olarak oturması ve olgunlaşması için bilerek bekledim, sabrettim, AKP anlar dedik, AKP darbe ile uğraşırken başını belaya/derde sokmayalım dedik”, “Cezaevi müdürüne ‘Hakan Bey’i (Fidan) yalnız bırakmamak gerekir’ dedim, sözlü, yazılı iletişime geçtim”, “Umarım AKP de bizi yanlış anlamaz, yanlış anlarsa felaket olur”, “Başkanlık sistemi düşünülebilir, biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz”...
Uzatmayayım.
Her kritik dönüm noktasında “süreç” diye ortaya çıkan Öcalan, o günün iktidar bloku hangisiyse o iktidarı büyütme haritası sundu.
CHP’YE KURULAN İMRALI KUMPASI
Dahası var.
7 Haziran 2013’teki notlarda, Öcalan ve devlet görevlileri, Meclis’te kurulacak komisyona CHP’nin nasıl çekileceğini tartışıyor. “Demokratik Suriye olacak, Esad’a ‘Ölmek istemiyorsan geri çekil’ diyeceğiz” diye başlayan konuşmada CHP’ye fiili bir operasyon konuşuluyor:
“Gerek adalet bakanıyla yaptığımız görüşmelerde gerekse Hakan Fidan’la yaptığımız görüşmede, CHP’nin geçmişte verip unuttuğu böyle bir araştırma komisyonu önerisi olduğunu, eğer bunu güncellersek CHP’nin bir yol ayrımına geleceğini, önergesine sahip çıkması durumunda sürece katılmış olacağını, reddetmesi durumunda siyaseten beş paralık duruma düşeceğini önerdik. AKP başlangıçta bunun önemini kavrayamadı, sıkıştıklarında bunu hatırladılar ve alelacele uyguladılar.”
Konuşma, “CHP mutlaka sürece girmelidir” diye bitiyor.
12 yıl sonra Esad’ın çekilişinden CHP’nin komisyonuna kadar garip bir şekilde tarih tekerrür etmiş.
İMRALI’DAN AÇILAN KAPI
Her şeyi özetlersek...
Emperyal sistemin Suriye’den başlayarak Filistin’den İran’a kadar Ortadoğu’yu yeniden tasarladığı süreçte, iktidar kendisine yer açmak için Öcalan kartını masaya koyuyor. Öcalan ise her zamanki alışkanlığıyla bugünün iktidar blokuna kendi iktidarlarını güçlendirecekleri partnerlik teklif ediyor. İmralı’dan başlayan yol emperyal Ortadoğu planlarına, masada başlayan hikâye yeni anayasalı iktidar hesaplarına uzanıyor. İktidarın “Öcalan Meclis’e gelmiyorsa Meclis Öcalan’a gitsin” ısrarının nedeni bu. CHP’ye ise bu oyunun bozulmayacağını garanti edecek şekilde hem İmralı garantörlüğü hem İmralı garnitürlüğü dayatılıyor.
Herkesin hep bir olduğu, kimi muhaliflerin “devrimci Bahçeli” diyerek iktidarın koluna girdiği, kimi iktidardaşların “vatansever Öcalan” diyerek ittifaklarının sınırlarını yeniden çizdiği bu tabloda, CHP, hem kurucu hem parti olmaya denk düşen bir karar vermek zorundaydı. Lozan’dan Cumhuriyete, Anayasa’dan rejimin niteliklerine kadar bütün varoluşun İmralı İttifakı’yla çizildiği, herkesin hep bir olduğu koşulda, CHP ya teslim olacak ya ayrışarak kurucu değerleri savunmak zorunda kalacaktı. Öte yandan adına “taban” denen kendi destekçilerinin sesini duyması “parti” olmanın gereğiydi. Belki bugün kendi medyasından bile dayak yiyeceği ama yarını kazanacağı kararı verdi.
İKİ YÜZLÜ İMRALI SÜRECİ
Öte yandan...
CHP’nin de aralarında olduğu cumhuriyetçiler; demokrasi, anayasa, hukuk devleti derken iktidar “süreç”in 14 ayında bu çizgide tek bir adım dahi atmadı. Muhalefete yönelik operasyonlar, tutuklamalar, kayyumlar, baskılar ile sürecin kapısının toplumun hürriyetine açılmadığını ispatladı.
Remzi Kartal ile Avrupa’da buluşan Hüseyin Yayman’ı İmralı’ya yollarken Remzi Kartal ile 10 yıl önce yapılıp yapılmadığı bile belli olmayan telefon konuşması nedeniyle CHP’li Ahmet Özer’i hapiste tuttu. Kendi “Öcalan Meclis’e gelsin” derken “Tecrit kalksın ne diyorsa duyalım” diyen Merdan Yanardağ’ı bir kez daha hapsetti. AİHM kararı uygulanır mı diye beklerken konu Gezi olunca kendi AYM kararlarını bile uygulamadı. Haliyle sorgulanacak samimiyet İmralı İttifakı’na güvenmeyenlerin samimiyeti değil.
“Hepimiz için” diye başlayan anlatıları kazıyın altındaki azınlık çıkarını göreceksiniz.