Afganistan, neo-emperyalizm ve Huntington - 4

22 Ağustos 2021 Pazar

Batı Uygarlığı’nın temellerini anlamadan, Batı Emperyalizmini, Yeniemperyalizmi (Neo-emperyalizmi) anlamak, Emperyalizmin iç çelişkilerini yakalamak ve Afganistan’da, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Türkiye’de olupbitenlerin mantığını çözümlemek olanaklı değildir.

Şimdi sırayla bakalım:

Batı Uygarlığı’nın temelleri:

1) Kilisenin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel egemenliğinden kurtulmak: Aydınlanma ve Laiklik.

2) Endüstrileşme, ulus bilincinin, insan haklarının ve kadın haklarının gelişmesi: Endüstri, Ulusal Bilinç ve Demokrasi.

Şimdi Emperyalizmin temellerine, iç çelişkilerine ve Yeniemperyalizminin doğuşuna (Neo-emperyalizminin) bakalım:

1) Tarih boyunca, güçlü (gelişmiş) ülkelerin gelişmemiş ülkeleri ya doğrudan işgal ederek ya da dolaylı yollarla sömürmesi ve Emperyalizmin Endüstri Devrimi’nden sonra (Ergin Yıldızoğlu’nun belirttiği gibi) dünya ekonomik düzeninin bir parçası haline gelmesi, bu sömürü düzeninin farklı taraflarında olmakla birlikte bütün ülkeleri etkiledi.

2) Ortaçağda fetihlere dayalı kaba emperyalizmin, Endüstri Devrimi’nden sonra, kendi içindeki paylaşım rekabetlerinden dolayı iki Büyük Dünya Savaşı’na ve onları izleyen Soğuk Savaş’a yol açması klasik kaba emperyalizmin daha ince yöntemler aramasına ve Yeniemperyalizmin (Neo-emperyalizmin) doğmasına yol açtı.

3) Emperyalizmin, sömürdüğü ülkelere Batı Uygarlığı’nın kültürünü, yani Endüstrileşme, Aydınlanma, Laiklik, Ulusal Bilinç, Demokrasi gibi beş değeri ve bunlara ek olarak Marksizm’i de taşıması, bu kültürlenme ve kültürleşmenin, (inculturation ve acculturation) Emperyalist Karşıtı (Antiemperyalist) direnişleri başlatması; Bolivar, Jose Marti, Atatürk, Lumumba, Gandhi, Lenin, Mao, Allende, Castro ve benzerlerinin ortaya çıkması da Emperyalizmin yeni yöntemler aramasını zorunlu kıldı.

4) Sömürdüğü ülkelerdeki kültürlenme ve kültürleşme süreçleri sonunda, kendi kültürünü götürmesinin yarattığı direnişleri kırmak için, Batı Emperyalizminin, dinciliği, ırkçı milliyetçiliği, bu iki kimliğe dayalı çoğunluk diktatörlüğü olarak yozlaştırılan Demokratik Siyaseti ve bütün bunların şemsiyesi olarak Komünizm karşıtlığını (Antikomünizmi) kullanmaya başlaması Yeniemperyalizmi (Neo-emperyalizmi) doğurdu.

***

Sevgili okurlarım, yukarıda anlattığım bu süreç, en derli toplu biçimde, Batı Emperyalizminin sözcüsü Samuel P. Huntington’un Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması adıyla Türkçeye de çevrilmiş olan kitabında açıkça anlatılır:

Daha önce de burada defalarca yazdığım gibi Huntington bu kitabında sadece, Faşizan bir yaklaşımla, Batı’yı erişilmez bir uygarlık olarak tanımlamakla ve İslam Âlemi’ni onun yeni düşmanı olarak ilan etmekle kalmaz...

Türkiye’ye laik niteliğinden ve Atatürk’e de Aydınlanma devrimlerinden dolayı saldırarak gelişmekte olan ülkeler ve İslam için, laikliğin kötü, demokrasinin iyi olduğunu söyler.

Sanki laiklik olmadan demokrasi olabilirmiş gibi olanaksız bir model öne sürer ve çoğunluk diktatörlüğünü “Demokrasi” adı altında yutturarak bir hilkat garibesi olan “Ilımlı İslami Demokrasi” kavramını gündeme getirir.

Bu çerçevede, “İnsan hakları, kadın hakları gibi değerler Batı’nın değerleridir. Yani emperyalist değerlerdir.

Siz İslam Âlemi’nde kendi değerlerinize sahip çıkın bu emperyalist değerlere inanmayın” diyerek Bush’un başlattığı, Obama’nın sürdürdüğü, sonunda kanlı bir trajediye dönüşen ve ABD yenilgisiyle sonuçlanan “Arap Baharı” projesinin Yeniemperyalist felsefesini oluşturur. 

Böylece Batı’nın, sömürgeleştirdiği yerlerde, Atatürk’ün yaptığını önlemeye, Batı değerlerinin bu sömürgeciliğe karşı kullanılmasını engellemeye çalışmaktadır.

Bildiğiniz gibi Atatürk, İstiklal Savaşı’nı “Batı gibi gelişmiş olmak için Batı’nın boyunduruğundan kurtulmak” ilkesine inandığı için, Emperyalizm karşıtı (Antiemperyalist) olarak yapmış ve “Batıcı” değil “Batılı” gibi bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atmıştır.

Huntington ise son derece açık ve net bir biçimde Türkiye’nin laiklikten vazgeçmesini, Atatürk’ün “aynı kalibrede” bir lider tarafından reddedilmesini, Türkiye’nin Avrupa Birliği rüyasından vazgeçip İslam Âlemi ile bütünleşmesini öneriyor.

Huntington’un bu modeli sadece bugün ülkemizin içinde bulunduğu siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel krizi değil, Afganistan’ın önce işgalini sonra da geçen yıldan itibaren Trump-Biden yönetimleri tarafından Taliban’a terk edilişinin temellerini oluşturuyordu.

***

Gelişmemiş ülkeleri sömüren gelişmiş ülkeler ile sömürdükleri ülkeler arasındaki farkları bu yazının başındaki “Batı Uygarlığı’nın Temelleri” adı altında sıraladığım beş ölçüte göre anımsayalım:

Endüstrileşme, Aydınlanma, Laiklik, Ulusal Bilinç ve Demokrasi.

İşte Yeniemperyalizm, sömürdüğü ülkelerde bu beş özelliğin gelişmesini, dinciliği, aşiretçiliği, kullanarak engellemek üzerine kuruludur.

Afganistan, aşiret yapılanmasını aşamamış olan, nüfusu Peştunlar, Tacikler, Özbekler, Hazaralar, Aymaklar, Türkmenler gibi farklı gruplardan oluşan ve henüz Endüstrileşememiş, Aydınlanamamış, Laikleşememiş, Ulusal Bilinci gelişememiş ve Demokratik Rejimi kuramamış bir ülke...

Afganlar, (eğer öyle bir kimlik varsa) ne yazık ki ülkeyi sömüren Emperyalizm ile başta kadın hakları olmak üzere, insan haklarını ve demokrasiyi reddeden Selefi Taliban arasında tercih yapmak gibi “Kırk katır mı, kırk satır mı” gibi bir seçeneksizlikle karşı karşıya! 

Türkiye, ne kırk katırı kırbaçlayan sürücülere ne de kırk satırı sallayan cellatlara katılmalıdır!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları