Batı’yla ‘imam nikâhı’ yaparsanız, siyasal İslam da gelir

09 Kasım 2021 Salı

1980’li ve 90’lı yıllarda AB ile yapılan ikili ve çok taraflı anlaşmalarda: ABD ile yapılan ikili anlaşmalarda Türkiye’de esasta iki cephe vardı. AB ile yapılan anlaşmalarda “diğer aday ülkelerin ilişki düzeninden farklı bir anlaşmaya gitmeden üyelik sürecini yürütmek isteyen cephe, imam nikâhına karşı” olanlar: diğer cephede ise aman farklı ve tek yanlı da olsa, imam nikâhı da olsa kapağı atarak ilişkileri bozmayalım diyenler. 1989’da Özal’ın, “AB bizi içine almasa da gümrük birliğine dahil olacağız” kararı “medeni nikâh olmasa da evin arka bahçesine taşınacağız” uygulamasından farksızdı. Kararları tam üyeler verecek, siz de bu kurallara uyacaktınız, yani özel statüde bir kuma olmuştunuz artık.

İçimizdeki Batıcıların, “Batılı” kafada olanlara karşı 6 Mart 1995’te Başbakan Tansu Çiller ile yaptığım fikir mücadelesinin tüm ayrıntılarını yazdım, belgeledim. (*)

ABD ile de çok eskiden beri, ucu ta 1949’a kadar uzayan ikili anlaşmalarla medeni nikâh yerine imam nikâhını tercih ettik. Aşiret ağalarının, toprak ağalarının, kimi büyük sermaye çevrelerinin tercihleri doğrultusunda “himaye” politikasını tercih ettik: Atatürk’ün denge politikasından koptuk.

Batı ile ilişkilerde “Batılılık” yerine, “Batıcılık” uygulamaları öne çıkınca siyasal İslamcı rejim ve dış politika egemen oldu. Bugün medyamız, Biden’ın Erdoğan’a kaç dakika ayırdığını yazar hale geldi”.

CHP başta olmak üzere, tüm muhalefet “siyasal İslamdan yakınırken” ABD ve AB ile ilişkilerine de “açıklık getirmek zorundadırlar”.

- Biden’ın (ve ABD’nin), Türkiye konusunda artık değiştiğini (!) demokrasi istediğini yazanlar mı dersiniz...

- Avrupa Konseyi’nin Kavala için haklı ve yerinde taleplerini” esas alarak “Ergenekon ve Balyoz kumpaslarına göz yumduğunu bugün unutanlar mı dersiniz”

Hem de ABD Dedeağaç’ta ve Ege adalarında, “yarın Türkiye’ye karşı kullanılma potansiyeli yüksek askeri üsler kurarken”: Doğu Akdeniz’i Türkiye aleyhine Kıbrıs Rumları, İsrail, Mısır ve Yunanistan’la birlikte parsellerken AB ve ABD’den medet ummak biraz safça ve aptalca olmuyor mu?..

ERDOĞAN - BİDEN İLİŞKİSİNE GELİNCE

- Uluslararası ilişkilerde “devletlerin gücü”, içerde oluşturdukları kurumların gücü ile eşgüdümlü olarak yürür. ABD’de başkanın gücü, arkasındaki kurumlara dayanır.

- Bunlar siyasal, sosyal, ekonomik, adli ve askeri kurumlardır.

- Siyasal liderler, başbakanlar, başkanlar, bakanlar arkalarına aldıkları ulusal kurumlar oranında “güç ve etki kazanırlar”.

- Bir ülkede demokrasi, sivil toplumsal örgütlenmeler ve kurumlar üzerine oturmuş ise o ülkenin siyasileri de dış ilişkilerde “bu ulusal güçleri arkalarına alırlar”. Ecevit, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda, TBMM’nin kararını ve gücünü arkasına alarak İngiltere ve ABD ile pazarlık masasına oturmuş ve başarı kazanmıştı. Atina ise “faşist Albaylar Cuntası’na dayanan bir rejim olduğu için”, Ecevit karşısında direnememişti.

- Demokrasinin işlemediği ülkelerde siyasi liderler, “dış ilişkilerde masaya oturdukları zaman, arkaları boştur”. Askerleri olmayan komutanlara benzerler.

Biden, Ankara ile masaya oturduğu zaman bile, arkasındaki Senato’nun gücünü (ve kararını) bir joker olarak kullanabiliyor.

Demokrasi kaybolduğu zaman siyasal liderler Don Kişot’un durumuna düşerler. Kendi yarattıkları bir dünyanın içinde mücadelelerini sürdürmeye çalışırlar.

Biden-Erdoğan görüşmesinde de Biden’ın arkasında Senato’dan sivil toplumsal örgütlenmelere ABD kurumları varken Erdoğan’ın arkasında bir TBMM kararı ya da muhalefet desteği bulunmuyordu. Masada eli zaten boştu, medya da görüşmeleri “dakika hesabına” bağlayarak vakit doldurdu.

Ve son bir not: Eğer Kavala meselesinde adaletin tecellisi Biden’a kaldı ise vay halimize…

(*) E. Manisalı, Hayatım Avrupa; 5 kitap, Cumhuriyet Yayınları, 2008.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları