Erdoğan’ın ‘Avrupa çıkışı’nın arkası

01 Aralık 2020 Salı

Erdoğan dış politikaya ilişkin son çıkışında “istikametinin AB (ve Avrupa)” olduğunu ilan etti.

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde akademik alanda ve uygulamada hayatını vermiş bir insan olarak “bunun ne anlam taşıdığını” düşünüyorum… Hayatım boyunca yayımladığım 75 kitabın kırka yakını, Türkiye-Avrupa ilişkileri üzerinedir.

Türkiye’de istikametinin “AB (ve Avrupa)” olduğunu söyleyenlerin hemen hemen tamamını, siyasetçisinden işadamına, akademisyeninden bürokratına 1960’lı yıllardan beri bire bir yüz yüze, aynı masada konuşarak, tartışarak tanıma şansım oldu. Hepsiyle de “hangi Türkiye, hangi Avrupa” ikilemini göz önüne alarak tartıştım. “İstikametim Avrupa” diyenleri şöyle sınıflandırabilirim:

1)- Türkiye’nin Avrupa devletlerinde olduğu gibi demokratik haklara ve toplumsal yapıya sahip olması için “istikameti Avrupa olanlar” vardır.

2)- Türkiye’nin “Batı kapitalizmi ve Batı bloku içinde yer almasını istedikleri için” savunanlar söz konusudur. Liberallerden sağcılara, iş çevrelerinden kimi askerlere kadar uzanan bir cephedir. Tansu Çiller’e (ve Ankara’ya) 6 Mart 1995’te, tek yanlı gümrük birliğini imzalatmak isteyenlerin en başında, Brüksel’de, AB nezdindeki ABD büyükelçisi geliyordu! Kendisiyle bir saat konuşmuş (ve tartışmış) biri olarak bunun tanığıyım. Özal ve Çiller bu cephede büyük rol oynadılar.

3)- Türkiye’de Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete temelden karşı olan “dinci, himayeci ya da Batıcı” odaklar da ABD (ve Avrupa’yı) kerhen de savunurlar. Aynen 12 Eylül’ün “bizim çocuklarını”, Ergenekon ve Balyoz operasyonlarını Avrupa Konseyi’nin desteklediği: FETÖ’cülere Almanya’dan Fransa’ya birçok Avrupa ülkesinin kucak açtığı gibi, “heterojen” bir cephe oluştururlar.

4)- Bir de ekonomik krize giren iktidarların IMF ve Londra piyasasına muhtaç olmalarının getirdiği “Batıcılık” söz konusu olabiliyor. Bu bağlamda, esasta olmasa da konjonktürel olarak Avrupa istikametine yönelirler. Siyasal İslam uğruna “Batıcılığa” soyunmak zorunda kalanlar da buraya girebilirler.

Şunları hatırlayalım…

1)- AB, Türkiye’yi “tam üye olarak almayacağını (ve alamayacağını)” en baştan belli etmişti. Tam üye yapılmasak da tek yanlı gümrük birliğine 6 Mart 1995’te bizi sokanlar: 2004’te imkânsız müzakere çerçeve belgesini imzalayanlar: Tansu Çiller’den Abdullah Gül ve R.T. Erdoğan’a, bunu biliyorlardı. Ben şahsen de kendilerine anlattım.

2)- Özal, 1987’de AB’ye yaptığı tam üyelik başvurusu 1989’da reddedilince, “AB bizi almasa da gümrük birliği yükümlülüğüne gireceğiz” diyerek “kumalık” senedinin ilk imzasını attı. Tansu Çiller 5 Mart 1995’te bunu sağlama bağladı. 2004’te de Gül ve Erdoğan ikilisi Ankara’yı “kesinlikle AB’ye sokmayacak koşulları içeren” belgeyi kabul ettiler. Kıbrıs Rum Kesimi AB içinde, Ankara’yı veto edecek konuma sokuldu.

Bütün bunları A’dan Z’ye yazmış ve imzalayanlarla yüz yüze konuşmuş bir akademisyen olarak kaleme alıyorum.(*)

Atatürk’ün de istikameti Avrupa’ydı. Bu nedenle eğitim seferberliğini Avrupa’nın ulaştığı çağdaş uygarlık değerleri üzerinden yürüttü. Gençlerimizi sömürgeleşmiş Arap dünyasına (ve Kahire’ye) değil, “kendi içinde uygar olan Avrupa ülkelerine gönderdi”.

İstikametimiz Avrupa değil, bilim ve çağdaş uygarlık değerleridir” dedi.

Sovyetler Birliği mühendislerini de İsviçre ve Fransız hukukçularını da kullandı. Bilimi, çağdaş uygarlık değerlerini ve endüstriyel gelişmeleri bütünleştirdi.

Erdoğan’ın Avrupa istikameti çıkışının içeriğine varın siz karar verin. Yukarıda “teknik” açıklamaları yaptım, karar sizin…

(*) “Yolumun Kesiştiği Ünlüler” kitabımda Ecevit, Demirel, Erbakan, Çiller, Yılmaz, Gül ve Erdoğan’la olan buluşmalarımı ve fikir alışverişimi bir bir anlattım. (Kırmızı Kedi Yay, 2018)

Ayrıca Cumhuriyet Yayınları’ndan beş ciltlik “Hayatım Avrupa” kitapları tüm gelişmeleri anlatır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları