Türkiye-Avrupa ilişkilerinde üç farklı boyut

22 Kasım 2016 Salı

Türkiye-Avrupa ilişkileri bizim tarafta “cahiller korosu” gibi akıllara ziyan konuşulup tartışılmaktadır. Türkiye-Avrupa ilişkilerinin “üç boyutu” vardır. Bu boyutlar sağ, sol, liberal, demokratik çevrelerde genellikle birbirine karıştırılmaktadır. Üç farklı boyut iç içe sokularak doğrular ve yanlışlar anlaşılamaz hale getirilmektedir.
Nedir bu üç boyut:
Türkiye-Avrupa Konseyi ilişkileri: Türkiye 1949’dan beri Avrupa Konseyi’nin üyesidir. Eşit koşullar altında bulunmaktadır. Bütün kurumlarında normal bir üyenin sahip olduğu “hak ve yükümlülüklere” sahiptir. Demokratik ve çağdaş ilkelerini benimsemektedir. Bunu özümseyerek sürdürmesi Türkiye’nin yararınadır.
Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri: Türkiye 1963’ten beri kurumsal ilişki içindedir. AB üyesi değildir, AB tarafından üye yapılmamış, “Almanya ve Fransa” başta olmak üzere, özel statü içinde, içeri alınmadan, denetim altında tutularak ilişkilerin sürdürülmesi politikası yürütülmüştür.
1987’de Özal, tam üye yapın diye Ankara’nın başvurusunu yaptı. 1989’da Brüksel, “seni almayacağım” deyince,Özal; “AB bizi üye almasa da tek yanlı olarak gümrük birliği yükümlülüğü altına gireceğiz” dedi. Türkiye’yi özel statüye soktu.
1995’te, Tansu Çiller hükümeti döneminde tek yanlı gümrük birliği anlaşması imzalandı. Türkiye-AB dışı ülkelere karşı haksız rekabet koşullarına sokuldu. Tekstilden deriye, ilaçtan tarıma sektörlerimiz çöktü. AB ise Çin’den ABD’ye, Meksika’dan Kanada’ya ikili ticaret anlaşmaları yaptı. Bütün bu ülkelerden Türkiye’ye mallar düşük gümrükte ithal edilir; biz onlara satarken onlar yüksek vergi koyarlar.
Niye mi? Bize mal gelirken AB üyesi bir ülkeye giriyormuş gibi, çok düşük vergi var; biz Çin’e, ABD’ye, Kanada’ya ya da Tunus’a ihraç ederken “AB dışındaki Türkiye’den geldiği için” yüksek vergi uygulanır. 1995’te imzalanmadan önce bunun kavgasını 60 akademisyenle birlikte yaptık; AB üyesi olmadan gümrük birliği içine girilemez, AB içinde böyle bir ülke yok dedim, dinletemedim.
Bu konuda 1993’ten bugüne kadar belki 500’den fazla makale, TBMM dahil 200 konferans, 100’den fazla televizyon konuşması yaptım, onlarca kitap yazdım ama anlatamadım. (*)
2005 yılında AKP döneminde “Türkiye’nin nasıl bekleme odasında ilelebet tutulacağının koşullarını”, görüşmeler süreci olarak imzalattılar. Bugün görüşmeleri keseriz, kesmeyiz tartışması bununla ilgili.
Kimse merak etmesin kesmezler; AB görüşme süreci ile “Türkiye’nin AB dışı tüm dünya ile ticaretini ipotek altına almış; Türkiye ise Rusya, Çin ya da ABD ve diğerleri ile ikili ticaret anlaşması yapamıyor, yasak.”
Türkiye 2005 anlaşması ile AB’nin imtiyazlı üye (!) statüsüne tek yanlı bağlanmış. Brüksel AB-Ankara görüşmelerini keserse işler aksar, Türkiye elden kaçar.

Gelelim üçüncü boyuta
Türkiye-Avrupa ilişkilerinde en önemli boyut ülkenin demokratikleşmesi ve çağdaşlaşması ile ilgilidir. AB’ye alınmasak da çağdaş yaşam için Avrupa ölçütlerini benimsemeliyiz.
Bu konuda dinciler ve şeriatçılar hariç büyük çoğunluk aynı görüşü paylaşır ve paylaşmak zorundadır da.
Sol, sosyal demokrat, merkez sağ, liberal bütün kesimlerin akıl gereği bu asgari müşterekte birleşmesi gerekir.
Ancak AB ile ilişkilerin karşılıklı çıkarları koruyarak, ulusal çıkarlarımıza siyasi, iktisadi ve güvenlik olarak zarar vermeyecek biçimde düzenlenmesi gerekir.
AKP Türkiye’yi “Ortadoğululaştırmak” için, özellikle Avrupa’dan uzaklaştırmaya çalışıyor.
Atatürk ve devrimlerinin gücü ve büyüklüğü buradan geliyor. Kurtuluş ve bağımsızlık için Avrupa emperyalizmine karşı savaş veren Atatürk, Avrupa’nın çağdaş uygarlık değerlerini getirmek için en büyük çabayı gösterdi.
Kadın-erkek eşitliğinden çağdaş eğitim düzeyine, uygar yaşam tarzından güzel sanatların geliştirilmesine kadar Avrupa’nın değerlerine sahip çıktı.
Türkiye-Avrupa ilişkilerinin üç boyutu içinde demokrasi ve çağdaşlık boyutu ile Avrupa Konseyi boyutunu esas almamız gerekir.
Hele Türkiye-AB ilişkilerindeki bozuk, tek yanlı ve sömürgeci 2005 belgesini esas almak yanlışların en büyüğüdür. Karşılıklı çıkarları dengeleyen bir ilişki kurmak zorundayız.
Televizyonda tartışanların, köşe yazarlarının birçoğu, bu üç boyutu birbirine karıştırıyorlar ve yanlışlarla doğruları ayıramıyorlar. Yıllardan beri benim de derdim bu.
(*) E. Manisalı, “Hayatım Avrupa”, 5 cilt, Cumhuriyet Yayınları, 2009 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları