Köy Enstitüleri bir uyanış hareketiydi. Tarım toplumu olan Türkiye’nin kırsal kalkınmasıyla değişim dönüşüme uğrayabileceğinin ilk hamlelerindendi. Bu uyanış hamlesinin kaynak dayanağı ise açılan enstitülerin yalnızca bir eğitim reformu değil, aynı zamanda bir toplumsal bilinçlenme projesi olarak tasarlanmış olmasında yatıyordu çünkü tüm bu çabanın sonunda köylünün hem üreten hem düşünen bir birey haline gelmesi hedeflenmişti.
Bunun kısa sürede güçlü bir dönüşüm sağlayabileceğini gören emperyal güçler, harekete geçerek, o süreci kesintiye uğratıp bunun önünü kesme girişiminde bulundular. Yayılmacı güçlerin bu müdahalesi, yalnızca eğitim alanını değil, Türkiye’nin modernleşme iradesini de hedef almıştı.
Özellikle toprak reformu hamlesi bir ilk adım. Ardından yeni bir siyasi oluşum ve Demokrat Parti’nin kuruluşu...
Bağımsızlık mücadelesi vermiş bir ülkeyi yeniden bağımlı hale getirmenin siyasi manevrası o gün bugündür sürmektedir.
Yönetenlerle yönetilenler ve geniş halk yığınları arasındaki uçurumun derinleşmesi istenmiştir. Çünkü toplumu ayrıştırarak yönetmenin daha kolay, etkili olabileceği düşünülmüştür. Bu ayrıştırma, yalnızca sınıfsal değil, kültürel ve ideolojik bir bölünmeyi de beraberinde getirmiş, ne yazık ki Cumhuriyetin birleştirici ruhuna karşı bir tehdit oluşturmuştur.
Bu uçurumu gören ve ilk yazanlardan Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yaban (1932) romanında meseleyi derinlikli biçimde ortaya koymuştur. Olanları ve olabilecekleri kendi tanıklığının çerçevesinden anlatmıştır.
1930-1960 sürecinde yazılan/kurulan edebiyata baktığımızda yeni dönemin ne olduğu, nelerin nasıl yaşandığına dair tanıklıkları, eleştirileri, meseleleri anlattığı görülmektedir. Bir tür yüzleşme edebiyatıdır o ilk elde yazılanlar. Dönem edebiyatının ana konusu, aydının halkla, köylünün bürokrasiyle, siyasetçinin yeni sınıfla ilişkisinin yansımasıdır. Memduh Şevket Esendal’ın Ayaşlı ile Kiracıları da (1934) bu sürece bir bakıştır. Örneğin, Esendal’ın eserinde, Ankara’nın yeni kurulan bürokratik yapısı içindeki insan ilişkileri, sınıfsal çatışmalar ve ahlaki yozlaşma incelikle işlenir ki bu, Cumhuriyetin erken dönemindeki toplumsal dönüşümün sancılarını yansıtmak anlamına gelmektedir.
Yine Sadri Ertem’in öyküleri, benzer biri tanıklığı getirmiştir.
Peki bu durumu, “Cumhuriyet hamlesi” ya da “Aydınlanma refleksi”nin tanıklıkları olarak mı görmeliyiz yoksa “uyanış”ın bir yansıması olarak mı değerlendirmeliyiz? Bu soruya yanıt ararken, dönemin edebiyatının yalnızca tanıklık değil, aynı zamanda bir eleştiri ve yönlendirme aracı olduğunu unutmamak gerekir.
ANADOLU DÜŞÜNCESİ DERKEN...
Kendine özgü nitelikleri olan bir coğrafyada yaşıyoruz ve bu “kendine özgülük” öyle sıradan, her ülkede olagelen bir şey de değil.
Anadolu, uygarlıkların buluşma noktası. Kavşakta bir coğrafya. Kadim kültürlerin, inançların buluştuğu, hatta oluştuğu yerdir Anadolu.
Bu coğrafyanın çok katmanlı yapısı, yalnızca tarihsel bir miras değil, aynı zamanda düşünsel bir zenginlik sunar; ancak bu zenginlik, çoğu zaman kendi halkı tarafından ne yazık ki yeterince fark edilmemiştir.
İsmet Zeki Eyüboğlu şunu hatırlatıyordu bize:
“Anadolu tarihi boyunca unutulmuş, bir yana atılmış kendi öz varlıkları gereğince değerlendirilmemiş, onun üzerinde yaşayanlar, suyunu içip ekmeğini yiyenler, ona yabancı kalmıştır. Dışa dönmüş, dışta olanı beğenmiş, değerlendirmiş Anadolu’nun sözde aydınları. Bilim, bilgi deyince içine kapalı, ulusa yabancı, bir tekelcilik anlamışlar. Bilimin ayrı, toplumdan kopmuş, topluma yabancı bir dili var sanmışlar, inanmışlar da buna. İnsan başarısının, insan buluşunun, insan yaratmasının insana yabancı oluşu, insana dıştan bakışı kökünden kopma, özünden uzaklaşmadır.” (*)
Eyüboğlu’nun bu sözleri, Anadolu’nun işte bu paha biçilemez düşünsel mirasının yeniden keşfedilmesi gerektiğini ancak bu keşfin, dışa bağımlı bir aydın zihniyetiyle değil, halkla bütünleşen bir anlayışla mümkün olabileceğini vurgular.
“Erken Cumhuriyet” ile gelen anayasal sistem, ne yazık ki demokrasinin/demokratik bir yapının layıkıyla kurulmasını sağlayamamıştır.
Zira ülke Batı’nın sanayileşme hamlesinin dışında kalmıştır; o dönemde eğitim yetersiz, ekonomi ve sınıfsal yapı buna uygun değildir. O nedenle “devrim” denen şey, tepeden inmecilikle eş tutularak bir çeşit geçiş dönemleri yaratılmıştır. Bu tepeden inme yaklaşım, halkın devrimleri içselleştirmesini zorlaştırmış ancak Milli Mücadele’nin ruhu, Cumhuriyetin kurucu iradesini canlı tutmuştur.
Cumhuriyeti var eden en önemli atılım, Milli Mücadele’nin yapılmış olması, imparatorluk devrinin kapanması, onun mirası devralınarak yeni kurumsal bir yapının inşasıdır.
O nedenle, radikalizm kaçınılmazdır. İlk adım başkent ve yeni Meclis olmuştur. Sonrası adım adım inşa edilmiştir. Bu inşa sürecinde; Dil Devrimi, eğitim reformu ve kadın hakları gibi adımlar, Cumhuriyetin modernleşme idealini güçlendirmiştir ancak bu adımların halkla buluşması zaman almıştır.
Cumhuriyetin inşasının sekteye uğratılması, daha 1930’larda kendini gösterir.
Gerici ayaklanmalar, Batı emperyalizminin kışkırtmasıyla tezgâhlanan oyunlar; nihayetinde Demokrat Parti’nin kuruluşuna kadar varır.
Bu süreç, erken gelen adımın, Cumhuriyetin tasfiye edilme çabasının başlangıcıdır. Bu dönemde ortaya çıkan gerici hareketlerin yalnızca dini eğilimleri değil, aynı zamanda emperyal güçlerin siyasi manipülasyonlarını da yansıttığı bir gerçektir.
1947’deki Marshall Yardımı ise ülkenin dışa bağımlılığının ilk fermanıdır adeta. NATO üyeliği, sermayenin el değiştirme hareketleri, İslamcı ve ırkçı yapılanmaların önünün açılması... Her biri, bugün gelinen noktanın, o dönemde oluşturulan hazırlık aşamaları niteliğindedir.
Köy Enstitülerinin tamamen kapatılması da işte bu “gerici” hamlenin mevzi kazanmasından dolayıdır. O nedenle enstitülerin kapılarına kilit vurulması, yalnızca bir eğitim projesinin sonu değil, aynı zamanda Türkiye’nin kırsal kalkınma ve Aydınlanma hayallerinin baltalanması olarak algılanmalıdır.
Bugün sürüklendiğimiz karanlığın nerede/nasıl başladığını görebilmek için, bu süreci ayrıntılı ve doğru okumak gerekir kanımca!
--
(*) İsmet Zeki Eyüboğlu, Tanrı Yaratan Toprak Anadolu, 1973, Sinan Yay., 386 s.