Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Bize dokunan hikâyeler...
Wim Wenders’ın Mükemmel Günler filmi birkaç açıdan okunup irdelenmeye değer. İnsanı anlatan hikâyelerin bir özelliğidir bu.
Yılmaz Erdoğan’ın hikâyesini yazıp başrolünü oynadığı İnci Taneleri televizyon dizisini izleme merakım da bundandı. Birtakım önyargılarımı kırıp haftanın belirli saatlerinde bunu izlemeye zaman ayırdım.
Erdoğan, iyi bir hikâye anlatıcısı.
Elindeki enstrümanları iyi kullanmasını bilen biri üstelik. Yerli yersiz birçok eleştiri bir yaratıcıyı çok da etkilemez diye düşünüyorum. Öncelikle yaptığı şeye inanmalı, buna adamalıdır yaratıcı. Kime, neden, niçin bir hikâye anlatmak istiyorum gibisinden soruları vardır elbette.
Wenders, Tokyo Belediye başkanının belgesel çekmesi isteğinden vazgeçip bu filmin hikâyesini yazıp ortaya çıkarıyor. Bir bakıma insana doğru yürüyor. Dünyanın giderek düzleştiği bir çağda, küreselleşmenin her şeyiyle insanı kuşattığı bir zamanda kendi olmak isteyen bir insanın öyküsüne dönüyor yüzünü anlatıcı.
Erdoğan da kendi insanımızın hikâyelerini anlatıyor. Severek, hissederek, hatta acı çekerek gösteriyor bunları bir bir. Bir arayış, bekleyiş, savrulma, tutunamamadır anlatılan. Ama daha çok da insanın insana kavuşmasındaki güzelliğin ne anlama gelebildiğini hissettirmesidir. Yani Erdoğan, bize (nasıl) insan olduğumuzu hatırlatıyor. İyiler kötülerle bir arada, düşüşle düşkünlük de... Kederle kader denilen şeyin aslında insanın varoluşsal sorunu olduğunu da gene o “düzleşen” dünya gerçeğinde bize anlatmaya çağlışıyor...
Ötede, gelişmiş bir sanayi toplumunda, modernite ile gelenek arasına sıkışmış insanların hayatlarından küçük bir kesiti getiriyor bize Wenders.
İstanbul-Tokyo hattına baktığımızda iki uçta gibi görünse de her şeyiyle altüst olan bir toplumda insan nerede/insan nedir ki gibi sorular sorarak zamana doğru yürüyoruz. İşte sanatçının işi de o zamanın ruhunu bize anlatması, oradaki insanın insana gitmesinin hikâyesini kurmasıdır.
Wenders, bir Batılı olarak Japonya’ya bir bakış getiriyor. Ama odağında insan olan/insani bir bakış. İnsanı bu kadar yalnızlaştırırsanız, kendini yavanlıktan kurtarmak için bakın neler yapıyor der/ dedirtir.
Erdoğan, bunu bir Doğu anlatıcısı gibi yapıyor: Yaşamsal gerçekleri öne çıkarıp bağlar/bağlantılar kurarak bir toplumun çürümesini/yozlaşması, çözülenlerin hayatımızı nasıl altüst ettiklerini gösteriyor. Hikâyesini getirdiği 17. bölümde bunu içli/duygulu biçimde yansıtıyor.
Albert Camus, Nobel konuşmasında şunu diyordu: “Sanat, sanatçıyı inzivasından çıkmaya zorlar; onun en alçakgönüllü ve evrensel hakikate boyun eğmesine sağlar. Kendisini farklı hissettiği için sanatçı olmayı seçen kişi, sanatını ve başkalarıyla arasındaki farklılığı, herkesle paylaştığı ortak nitelikleri öne çıkarak zenginleştirebileceğini bilir.” (1)
Bu noktada Erdoğan’ın bakışını, televizyonu taşıdığı hikâyesini düşününce elbette popüler kültürün istemlerine yanıt vermeyi göz ardı ettiğini söyleyemeyiz. Gene de onun yansıttığı yaşam gerçeklerinde iyi/doğru/güzel, trajik olan izleyiciyi yoklar, sarsalar da. Hatta bazen uyarır, “aklı selim” olmaya çağırır. Sistemin insanı nasıl ezip büzdüğünü, çürüme ve yozlaşmanın nerelerden başlayıp virüs gibi yayıldığını, gene de iyi insanların hayata tutunma dertlerini insan bakışıyla anlatır.
Ötede ise Wenders, Batı’dan kalkıp gidip dünyanın öte ucundaki Japonya’da bir insanın hikâyesini anlatmaya soyunurken kendi modernitesini inşa eden gelenekçi bir toplumun bireyinin gerçekliğine dokunur. Sanatın evrenselliğini burada karşımıza çıkarır Wenders. İnsan her yerde aynıdır değil, insan yaşanan koşulların ve dönemin gerçekliğinde kendini var eden, o tekil dünyasında “(nasıl) ‘ben’” olmaya çalıştığına ayna tutar.
Biri ayna tutmaktan yanadır, sorgulayıcılığı izleyene bırakır; diğeri ise sorunları göstererek insanın sürüklenişini, toplumun dışına itilenlerin öyküsünü, beraber bir arada yaşama derdini anlatır.
Biri sinema filmi, diğeri televizyon dizisi deyip işin içinden çıkmak çok da doğru gelmiyor bana. Kategorize etmek yerine neyi/niçin/nasıl anlattığınız önemlidir.
Evet iyi yapılmış sanat bize insan
olduğumuzu hatırlatır her daim.
(1) Yaratma Tehlikesi, Albert Camus;
Çev.: Alper Bakım, 2023, Can Yayınları,
48 s.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama