Öztin Akgüç

Dış kaynak yük, yükümlülüktür

24 Temmuz 2024 Çarşamba

Albert Einstein, “Aynı denemeleri yaparak farklı sonuçlar beklemek budalalıktır” diyor. Bizim ekonomi alanında uygulamalarımız da, Einstein’ın 

savını doğruluyor. Yabancı kaynak girişi ile ekonomik sorunların çözüleceği beklentisi, saplantısı bu örneklerden biri.

Türkiye, II. Dünya Savaşı yıllarında kısıtlı dış alım yapabildiğinden, ihracat, özellikle maden, krom ihracı yoluyla, dış ticaret fazlası vererek ödeme aracı olarak altın birikimi yaptı. DP, iktidara geldiğinde hazır altın stokunu kullanarak, ithalat yoluyla yapay bolluk yaratarak başarı görüntüsü yarattı. Ancak yapay bolluk, Bretton Woods sistemi de yürürlüğe girmiş olduğundan bir Amerikan Doları; 2 lira 82 kuruş sabit kuru üzerinden ucuz ithalat uzun süremedi. 1952 yılı ortalarından sonra sorunlar belirlenmeye büyümeye başladı. DP, 1954 yılında 5224 sayılı “Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu” ile petrol kanununun yürürlüğe girmesiyle sorunların çözülebileceği sanısının sonuç vermesi üzerine 1958 istikrar programını uygulamak zorunda kaldı.

Dış kaynak, yurtdışı yerleşiklerden kaynak girişi, (i) doğrudan yabancı sermaye yatırımı, (ii) maddi, reel varlıkların el değiştirmesi, (iii) finansal varlıkların el değiştirmesi (iiii) borçlanma, yurtdışı yerleşiklerin talep hakkının artması (ıv) bağış, yardım, yurtdışından kesin dönüş yapanların beraberindeki varlıklar yoluyla olmaktadır.

Doğrudan yabancı sermaye yatırımı, mal veya hizmet üretecek yeni tesis, işletme kurulması mevcut bir tesisin üretim kapasitesinin genişletilmesi, modernizasyonu, faaliyete geçirilmesi amacıyla yurtdışından getirilen nakdi sermaye ile makine donanım, alet şeklinde aynı sermayeyi kapsar.

Yabancı sermaye yatırımının görünür en belirgin yükü dışarıya kâr ve sermaye transferi yoluyla getirdiğinden daha fazla kaynağı geri götürmesidir. Gerçekte yükü, maliyeti, sakıncası görünür olmandan çok daha fazladır. Girdilerinin bir bölümünü yurtdışından getiriyorsa yüksek fiyat, transfer fiyatlandırması uygulamasıyla örtülü kâr transferi de yapar; piyasada başat hâkim konumunu kötüye kullanarak, yerli özellikle küçük firmaları piyasadan dışlayarak, geri girişleri de önleyerek fiyat liderliği yaparak rekabeti sınırlar. Osmanlı döneminde de gözlemlendiği gibi siyasal olarak kendi ülkesinin çıkarlarını koruyan baskı aracı oluşturur.

Yabancı sermaye maden işletmeciliğinin sosyal maliyeti ise çok daha yüksek olmaktadır. İlke olarak madenlerin işletilmesi kamu hizmeti, ülkenin doğal servet ve kaynakları da devletin tasarrufu altındadır. Ancak Özal döneminde 1985 yılında çıkarılan maden kanunu ile yabancı sermayeye de maden işletme ruhsatı verilmekte ve süre 60 yıla kadar uzatılabilmektedir. Maden işletmeciliği gerekli koruyucu önlemler alınmadığında arıtma tesisleri kurulmadığında doğa yıkımı, çevre kirliliği yaratmakta, toprağı verimsizleştirmekte, geriye posa (taş, toprak, atık) yığınları bırakarak sosyal maliyeti çok yüksek olmaktadır. Göz boyamak, ikna edebilmek için altın istihracından söz edilmektedir. Siyanür kullanılarak sağlık sorunları da yarattığından altın çıkarılmasının ülkeye sosyal maliyeti çok daha yüksek olmaktadır. Altın istihracı ile bir ülke zengin olabilseydi, herhalde Güney Afrika dünyanın en zengin ülkesi olurdu. Altın çıkarılmasının ülkeye maliyeti yaygın yoksulluk doğal güzellikler yerine posa yığınları, yapay tepeler olmuştur. 

Ülkenin maddi varlıklarının, tesislerinin yabancılara satışıyla, katma değer yaratılmamakta, üretim kapasitesi genişlememekte yalnız mülkiyet el değiştirmektedir.

Yüksek faiz düşük kurla ülkeye sıcak para girişi özendirilmekte, portföy yatırımı dense de sıcak para beklentilerin değişmesi, daha yüksek geliri sağlayan piyasalar görüldüğünde ülkeyi hızla terk etmekte, maliyeti yüksek olduğu gibi istikrarsızlık da yaratmakta.

Dış kaynak, dış borçla sorunlarını çözmüş, kalkınmış, tek ülke örneği dahi olmamasına karşın, dış kaynak girişi, söylemiyle çözümsüz oyalamaya sürmektedir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump tehlikesine teyakkuz 11 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları