Bütçe görüşmeleri ve tartışmaları, ekonomi-politik değerlendirmeler açısından büyük önem taşır. Geçmişte, parlamenter sistem döneminde, bu görüşmeler daha da önemliydi. İktidardan çeşitli taleplerde bulunacak toplumsal kesimler ve onların örgütleri-temsilcileri, aylar öncesinden bu paylaşım dönemine hazırlanırlar ve halkın taleplerini seslendirirlerdi.
Aynı kapsamlı hazırlık daha da etkin olarak siyaset kesiminde ve partilerde yapılırdı. Bu konuyla görevli parlamenterler, plan bütçe komisyonu üyeleri; günler öncesinden adeta kampa girerlerdi. Gerek komisyondaki gerekse Meclis Genel Kurulu’ndaki bütçe görüşmeleri, kamuoyunda önemli etkileşimler yaratır ve yurttaşlar tarafından da yakından takip edilirdi.
PAYLAŞIM GÖSTERGESİ
Tabii eski çamlar bardak oldu! Ülkeye getirilen yeni yönetsel sistemle, genel olarak siyaset kurumu ve Meclis çok irtifa kaybetti. O eski etkili bütçe görüşmelerinden ve tartışmalarından da eser kalmadı. Şimdi işler çoğunlukla adet yerini bulsun kabilinden ve rutin bürokratik işlemler yerine getirilerek yapılmaya çalışılıyor.
Sonuçta nasıl yapılırsa yapılsın, bütçe önemli bir paylaşım göstergesidir. Ülke bütçesi, toplumsal yapıda yer alan sınıfsal ve toplumsal kesimlerin ulusal pastadan alacakları payları gösterir. Hangi kesimin dilimi daha fazla ya da azdır, bunlar ülkelerin yıllık bütçelerinde ortaya çıkar. Ülkeyi yönetmekle sorumlu olanların tercihleri ve öncelikleri de bu bütçelerden anlaşılır.
EKONOMİNİN GERÇEKLERİ
Bugünlerde 2026 bütçesi görüşülüp tartışılırken ülkemizin ve halkımızın içinde bulunduğu olumsuz ekonomik ve sosyal koşullar daha çok duyumsanıyor. 2025 yılı ortası itibarıyla aşırı yoksul durumdaki yurttaş sayısı 11.8 milyon olarak kayıtlara geçiyor. Yoksullukla mücadele programı kapsamındaki harcamalar Ekim 2025 itibarıyla tarihin en yüksek düzeyine ulaşıyor.
İktidar bu rakamları övünç vesilesiymiş gibi sunarken aslında ülkenin yoksulluk gerçeğini de sergilemiş oluyor. Türkiye enflasyonda Avrupa birincisi olurken gelir adaletsizliğinde de OECD ülkeleri arasında birinci oluyor. Bütün bu veriler, ülkemizdeki hayat pahalılığını, geçim zorluklarını ve gelir adaletsizliklerini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
BOZUK DAĞILIM
Ekonomik açıdan bunca adaletsizliğin ve dengesizliğin yaşandığı ülkemizde, bütçe ile ilgili değerlendirmeler de bu olumsuzlukları derinleştiriyor. 2026 bütçesi ile ilgili olarak ülke ölçeğinde bir çalışma yürüten Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) sözcülerinin ortaya koydukları rakamlar, bu değerlendirmeyi sergiliyor.
Buna göre; bütçede her 100 TL’nin 20 TL’si faiz ödemelerine, 5 TL’si büyük şirketlere teşvik olarak veriliyor, 16 TL’si silahlanmaya gidiyor. Kamu hizmetlerine ayrılan pay olarak ise toplanan 100 TL verginin yalnızca 4 TL’si yoksullukla mücadeleye, 3 TL’si koruyucu sağlığa, 2.9 TL’si istihdama, 2.8 TL’si hukuk ve adalete ayrılıyor.
‘HALK İÇİN BÜTÇE’
Başta KESK sözcüleri olmak üzere, çalışanların ve emeklilerin temsilcileri; 2026 bütçesini “sosyal yıkım bütçesi” olarak tanımlıyorlar. Bu bütçenin dar gelirli ve yoksul kesimleri daha karanlık bir tabloya sürükleyeceğini ifade ediyorlar. Bu değerlendirmelere ana muhalefet CHP ve diğer muhalefet partileri de katılıyor. Plan bütçe komisyonundaki görüşmeler sırasında, muhalif vekiller ellerinden geldiğince seslerini iktidara ve kamuoyuna duyurmaya çalıştılar.
Hoşnutsuz kitleler “halk için bütçe” talebiyle alanlara çıkıyor. KESK’in de içinde yer aldığı 33 kuruluş, bu konuda “Yurttaş Birlikteliği”ni oluşturdu. Geçtiğimiz cumartesi günü, “Geçinemiyoruz” diyen binlerce yurttaş İzmir’de alandaydı.
6 Aralık’ta da Ankara’da buluşulacak. Muhalefet kamu kaynaklarının adil ve demokratik biçimde paylaşımını talep ediyor. Bu haklı talep, halkın en geniş kesimlerinin ortak talebi olmalı ve birlikte yükseltilmelidir.