Eğitim sosyolojisi içerisinde yaygın bir tez, bir ülkenin gelişmişlik düzeyini belirlemek için basit bir kriteri dikkate alır: Bir ülkede yaşayan genç nüfusun yarısından fazlasının anneannesi üniversite mezunu ise, o ülke gelişmiş bir ülkedir. Eğitim fakültelerinin lisans derslerinde sık sık dile getirilen bu iddia, yüzeysel bir bakışla indirgemeci bir istatistik gibi görünse de; arka planında yatan sağlam sosyolojik ve felsefi argümanlar nedeniyle oldukça doğru ve derin bir tespittir. Zira bu kriterle elde edilen basit veri, bir toplumun insan, kadın ve hayvan hakları, sosyal adalet ve kuşaklar arası kültürel sermaye aktarımı gibi konularda çok şey ifade eder.
Şöyle ki, kuşaklar boyu aktarılan sistematik bilginin en büyük kaynaklarından olan yükseköğrenime kadınların kitlesel olarak iki kuşaktır erişebiliyor olması, erkeklerin bu kaynağa çok daha uzun süredir erişebildiğini gösterir. Çünkü tarihsel süreçte kadınların haklarını sonradan elde ettiği bilinmektedir. Şu hâlde, anneannelerin üniversite diploması, aynı zamanda tarihin kara lekesi olan ataerkil bilgi tekeline karşı kazanılmış bir devrimin somut kanıtı olan bir nevi demokrasi diploması anlamını da taşır! Neticede, böyle bir toplumun gençleri, derin ve sağlam kökleri olan bir eğitim sermayesinin içinde, demokratikleşme sürecinde epey yol almış bir ülkede, yani gelişmiş bir ülkededir.
EĞİTİM: CUMHURİYET DEVRİMİNİN GÜVENCESİ!
Ülkemizde bu konu üzerine yapılmış kapsamlı bir sosyoloji çalışmasından haberdar değilim –esasen yaptığım hatırı sayılır araştırmalarda böyle bir çalışmaya erişemediğimi de belirtmeliyim. Ancak TÜİK verilerinden hareketle bir okuma yaptığımızda, en iyimser okumada bile bugün üniversite eğitimi almış anneanne oranımızın %3’ü geçmediği ve muhtemelen daha da az bir oranda olduğu açık bir gerçekliğimizdir. İşte bugün ister ekonomik ister politik ister kültürel olsun, hangi konuyu incelersek inceleyelim, hangi sorunu çözmeye kalkışırsak kalkışalım, tüm bu meseleleri değerlendirirken bu derin ve yapısal tarihsel gerçekliği asla göz ardı etmememiz gerekiyor! Zira ülkemizin sosyolojik fotoğrafı, ancak bu gerçeklikle birlikte anlam kazanıyor!
Konu ve sorun ne olursa olsun, mevcut gerçekliğimizi unutarak ciddiye alınabilir ve sürdürülebilir çözümler üretemeyiz! Çünkü hemen her filozofun farklı farklı biçimlerde ifade ettiği gibi, insanlık adına tek gerçek mücadele, cehalete karşı yapılan mücadeledir ve insanlık adına yürünebilecek tek yol eğitim yoludur!
Hayır! Hemen ucuz bir eleştirel nokta bulup bu niceliksel verilerin mutlak bir hakikati temsil edemeyeceği üzerine zırvalamaya başlamayalım! Elbette kitlesel yükseköğrenim, bir topluma eleştirel düşünebilen, karmaşık problemleri çözebilen, kültür ve sanatla hemhal olan bir nüfus yetiştirme olanakları sunsa da tüm bu olanaklar sadece potansiyel bir varlığa işaret eder. Elbette bu olanakların nasıl değerlendirildiği, o ülkenin eğitim felsefesinin ve politik iradesinin niteliğine bağlıdır. Bu noktada elbette nitelik sorgulaması kaçınılmazdır ve “Hangi üniversite? Hangi eğitim sistemi?” gibi sorular çok önemlidir. Çok önemlidir, ama öncelikli değildir ve önceliği göz ardı ederek önemli şeyler yapmak asla mümkün değildir!
Şu hâlde, sadece bir potansiyelin varlığına da işaret etse, buradaki potansiyel olanın önceliğini ıskalamamalıyız. Ancak bu potansiyele erişebildiğimizde onun nasıl kullanıldığını ya da kullanılabileceğini sorgulama hakkımız olacaktır.
Bu noktada ülke gerçekliğimizi hatırlamak ve asla unutmamak zorundayız! Gerçekliğimizi derhal hatırlayalım: bizler insanlık tarihine yön veren bir devrimle kurulmuş bir ülkenin en fazla üç kuşak ötesinde yaşayan insanlarız.
Hatırlayalım: şayet Cumhuriyet Devrimi öncesinde saray çevresinden gelen bir soyağacına sahip değilsek, bugün hemen her birimiz en fazla iki kuşak ötede üniversite, lise, ortaokul ve hatta ilkokul eğitimlerini bir kenara bırakın, okuma-yazma eğitimine bile erişememiş insanların torunları ya da çocuklarıyız!
Hatırlayalım: Bugün ülkemiz gençliğinin ezici çoğunluğu halen soyağaçları içinde ilk kez üniversite eğitimi alıyor!
Hatırlayalım: Halen pek çoğumuzun anneannesini bir kenara koyun, annesi bile üniversite eğitimi almış bir insan değil, babası da değil, dahası pek çoğu lise eğitimi bile almış değil. Şu hâlde asla unutmayalım, tıpkı bu köşenin yazarı gibi pek çoğumuz bir orman köyünden ya da bir dağ köyünden çıkıp gelen insanların çocuklarıyız!
Kısacası söz konusu kritere göre, bizler henüz demokrasi diplomasını almamış bir ülkenin yurttaşlarıyız! Bunun için henüz almadığımız bu diplomayla yaşama lüksüne sahip değiliz –nitekim yaşayamıyoruz da! Bu yüzden hayıflanmamızın anlamı yok, bu diplomayı almak için çalışmak, çabalamak, mücadele etmek zorundayız. Çünkü bugün dünyada halen bu diplomaya erişme olanağı bile olmayan pek çok ülkenin yurttaşlarının aksine, bizler bu diplomaya erişmek için müthiş olanaklar açan bir devrimin torunları ve çocuklarıyız. Bu devrimi bir sorumluluk olarak üstlenmedikçe demokrasi diplomasını almamız mümkün olmayacaktır.
İşte bu yüzden, bu demokrasi diploması uğruna canla başla mücadele eden herkese borçluyuz bu sorumluluğu.
Kendi hayatları boyunca okuma-yazma öğrenme şansı bile bulamamış ninelerimiz, dedelerimiz, yirmili yaşlarını görmeden bu topraklar için canlarını verenler, bu devrimi var edenler... Onlar sayesinde eğitim alabildik, insanlıkla olan bağımızı onlar sayesinde kurabildik. Şimdi sıra, onların kurduğu bu cumhuriyeti, bu devrimi, yine onların açtığı yolda ilerleyerek kurtarmak ve geliştirmekte. Kişisel başarılarımızı, bu kolektif mücadelenin bir parçası ve onun bir meyvesi olarak görmedikçe bunu yapamayız.
Bu büyük dönüşüm, ancak kuşaktan kuşağa aktarılan en güçlü sermaye olan eğitim mücadelesini kararlılıkla sürdüren öğretmenler sayesinde gerçekleşecek. Çünkü öğretmenlerimiz, cumhuriyetin en değerli kazanımını geleceğe taşıyacak olan ana güçtür!
Bu nedenle, tüm koşullara rağmen öğrenmeye ve öğretmeye devam eden, bu topraklardaki emeğin ve umudun somut neferleri olan tüm öğretmenlerimizin sırtında çok ağır yükler olduğu doğrudur, ancak kimsenin kuşkusu olmasın; bu ülkenin sorumluluğunu üstlenecek ve bu ağır yükleri de taşıyacak yeterli sayıda öğretmeni, cumhuriyeti savunacak yeterli sayıda yurttaşı ve demokrasi diplomasını almak için canla, başla çalışmaya devam edecek yeterli sayıda öğrencisi var!
Şimdi, bu değerli öykümüze tüm ihanet edenlere inat, yandaşlara inat, iftiracılara inat, kendi varoluşlarını bile inkâr eden sahtekarlara inat; bu birikimimizi, bu potansiyelimizi göstermenin, bu tarihsel sorumluluğu hep birlikte üstlenmenin zamanı! Üstleneceğiz!