Tıpkı kökleriyle ormanı zehirleyen bir mantar gibi toprağımızı, havamızı, geleceğimizi sarmalayıp zehirleyen bir iktidarla yaşıyoruz. Onun gölgesinde nefes almak, bir plastik torbanın içinde ciğerlerimiz patlayana kadar solumaya benziyor! Artık bu iktidarla bu ülkede birlikte nefes alamıyor, büyüyemiyor, yeşeremiyoruz!
Ormanlarımız, bu iktidarın umursamazlığının alevleriyle yanıyor! Bu yangınlar bir ihmaller denizinin ortasında boğulan ülkenin son çığlıkları! Söndürmeye çalışanların elleri kelepçelenirken yangını körükleyenler kurtarıcı rolü oynuyor!
Bu yıkım sadece yeşille sınırlı değil. Depremler oluyor, binalarımız domino taşları gibi yıkılıyor! On binlerce insanımız enkaz altında kalıyor ve kurtarılamıyor. Kendi kendini kurtaranlara vaat edilen konutlar ise kâğıttan evler ne kadar gerçekse o kadar gerçek!
Ekonomimiz, bataklığa saplanmış halde debeleniyor! Her çırpınış onu biraz daha dibe çekiyor. Enflasyon, vücuda yayılan bir tümör gibi her organımızı sıkıştırıyor. Çöküşü durduramıyoruz, çünkü dümeni kıranlar, gemiyi bile isteye kayalıklara sürüklüyor!
Bu gidişat, bir uçuruma doğru son sürat giden bir aracın ağır çekim videosu gibi her karede sona biraz daha yaklaşıyoruz.
AMELİYAT ZAMANI
Artık ilaç ve terapi tedavileri işe yaramaz halde. Geriye tek çare kaldı: Acil ameliyat! Bu metastaz yapmış tümörü vücudumuzdan derhal kesip atmak zorundayız. Bu ameliyatın adı belli: Seçim! Derhal seçim! Bir an evvel seçim!
Bugün Türkiye için erken seçim tartışmasız bir zorunluluk ve kaçınılmaz bir yazgıdır! Ekonomiyi düzeltemeyen, ormanlarını koruyamayan, yangınlarını söndüremeyen, okullarını temizleyemeyen, binalarını ayakta tutamayan, haklıyı haksızı birbirinden ayıramayan bir iktidar neyi yönetmektedir? Madem yönetemiyor, neden yönetimdedir? Hiçbir halk yönetmeyen, yönetemeyen bir iktidara mahkûm değildir, biz hiç mahkûm değiliz!
Artık tarihimizin önüne çekilen bu setti yıkmak zorundayız! Bakın, yangınları sularla değil gözyaşlarımızla söndürdük, enkazı kepçelerle değil avuçlarımızla kaldırdık. Bu bataklıkta debelenmek zorunda değiliz! Cahillik, paslanmış bir zincir gibi bizi geri çekiyor. Ezberleri bozalım: Hata yapmak bir hak değil, körü körüne ilerleyen bir trenin raydan çıkması gibi kaçınılması gereken bir felakettir! Hata yapma lüksümüz yok! Oysa ısrarla ve inatla hata üstüne hata yapıyoruz. Toplumumuzun tüm organlarını saran bu kanserle yaşıyoruz. Hayır, bu kanserle yaşamaya mahkûm değiliz!
SON SÖMÜRÜ: GELECEK YA DA EĞİTİMDEKİ METASTAZ
AKP her sağ politik yapı gibi önce emeklerimizi sömürdü, sonra doğamızı tüketti; şimdi de en değerli varlığımız olan geleceğimize göz dikmiş durumda. Geleceğimizi sömürmek istiyor! Çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitimiyle bu yüzden bu kadar uğraşıyor! Sahte diplomaların, sahte belgelerin, sahtekarların, iftiracıların, yalancı şahitlerin güle oynaya hak yediği bu ortamda okullarımızdaki öğrencilerimize, gençlerimize, geleceğimize kıyılıyor.
Eğitim, bir fidana sabır ve bilgelikle su vermek gibidir. Oysa bugün yapılan, eğitim tarlalarına asit yağdırmaktan farksız! Karanlığı yaran bir ışık huzmesi olan eğitim yerine on yıllardır “derme-çatma”nın pençesindeyiz: rastgele, tutarsız, bütünlükten yoksun politikalarla –daha doğrusu politikasızlıklarla– zamanımız ve geleceğimiz heba ediliyor.
Toplumu iyileştirecek şifanın ilk adımıdır eğitim! Bunun için seçimlerden hemen sonra bu derme-çatma eğitim anlayışını derhal kökünden değiştirmek gerekiyor. Aksi takdirde, kaybettiğimiz yalnızca on yıllar değil birbirini anlamayan, birbirine güvenmeyen, “olamayan” bireylerin birbirine düştüğü, toplum olma vasfını yitirmiş bir yığına dönüşeceğiz!
***
Yeter. Dedikodularla geçirilen günlerden çıkın, zihinlerinizi kemiren minik minik devasa psikolojik çöküntülerden söz etmekten vaz geçin! Cesur görünen korkaklardan birine dönüşmeyin! Fırtınada sallanan bir sandal gibi çaresizce savrulup durmayın! Ve sakın, ayna karşısında kendini beğenmişlikle şişen balonlara dönüşmeyin; yoksa küçücük bir gerçeklik iğnesiyle patlarsınız!