Otorite Boşluğu

24 Kasım 2020 Salı

“Şahsım Devleti”, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıktı...

Ama onun yerine kendi devletini kuramadı...

Sonuç olarak ortada ne yasa kaldı, ne kural, ne gelenek:

Sadece kişiye, kişisel ilişkilere, çıkarlara, duruma, konjonktüre, iç ve dış siyaset dengelerine göre her an değişen, bu nedenle de önceden kestirilmesi olanaklı olmayan kişisel kararlar topluma egemen oldu.

Siyasal, ekonomik, hukuksal, toplumsal kültürel bütün süreçlerdeki karar mekanizmalarının tek kişinin elinde toplandığı “Şahsım Devleti” açısından “otorite boşluğundan” söz etmek okurlarıma garip gelebilir.

Çünkü ucube yapı, sanki muazzam bir kişisel otorite bütün toplumu yönetiyormuş gibi bir izlenim verebilir.

Oysa bu izlenim yanıltıcıdır:

Bugün Türkiye’de tam bir otorite boşluğu yaşanmaktadır...

Çünkü toplumda “Şahsımdan” başka kimsenin karar verme yetkisi yoktur...

Oysa karar verilmesi gereken sorunların sayısı neredeyse sonsuzdur...

Bu konulardaki kararlar, Şahsımın aynı  konuda ne karar verdiğine bakılarak veya nasıl karar vereceği kestirilerek de alınamamaktadır, çünkü “Şahsımın” her konuda verdiği kararlar, sürekli nitelik değiştirmekte, bazen de çok kısa bir sürede taban tabana zıt kararlar ortaya çıkmaktadır.

Üstelik “Şahsıma” erişmek de çok kolay değildir; bu nedenle pek çok kritik konuda gerekli kararlar zamanında alınamamakta, örneğin, bir maske dağıtımı konusu tam bir skandala dönüşmekte veya grip aşısı ithalatı gerçekleştirilememektedir.

*  *  *

“Şahsımın” gerek iç gerekse dış politikadaki zıt ve ters kararları herkesi serseme çevirmiştir.

Örneğin “Libya’da NATO’nun ne işi var” deniyor, ama bir kaç gün sonra en güçlü deniz kuvvetiyle ablukaya katılınıyor.

Avrupa Birliği ile olan ilişkiler onları Nazi olmakla suçlamaktan, “Ey Avrupa Birliği kendinize gelin” söyleminden “Türkiye’nin geleceği AB’dedir” çizgisine kadar sık sık aşırı uçlar arasında gidip geliyor.

ABD ile ilişkiler keza.

Irak, Suriye bağlamında Rusya ve ABD ile ilişkiler bir ısınıyor, bir soğuyor.

Peşmergeler, Irak’tan Türkiye’ye alınıp, Suriye’ye taşınıyor, sonra terörist ilan ediliyor.

İçerde “Barış süreci” diye HDP ile anlaşmalar yapılıyor, sonra masa devriliyor ve yasal bir parti olan HDP teröristlerle ilişkilendiriliyor, ama seçim zamanında terör örgütü liderinin kırmızı bütenle aranan kardeşi TRT’ye çıkarılıp iktidar lehine propaganda yaptırılıyor.

Yere seçimler yapılıyor, belediye başkanlıklarını kazanan bütün HDP’liler görevden alınıp yerlerine kayyımlar atanıyor.

İstanbul yerel seçim sonuçları hoşlarına gitmeyince, sandık kurulları hakkında soruşturmalar başlatılıyor...

Seçenlerin ruh sağlığı soruşturuluyor...

Sonunda yenilenen seçimlerde iktidar tam bir hezimete uğruyor.

Mahkemelerin aynı konuda, aynı kişiyle ilgili çok kısa bir sürede birbiriyle çelişen kararlar almaları yargıya güveni sıfırlıyor...

“Bu can bu tende durdukça bırakmam” denen Rahip Bronson ve casuslukla suçlanan Deniz Yücel davaları, ABD’nin ve Almanya’nın isteklerine göre beklenmedik biçimde ve hızla sonuçlanıyor ve sanıklar ülkelerine uçuyor.

Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala davaları ulusal ve uluslararası hukuk skandalına dönüşüyor.

Getirilen her sözde Adalet Reformu paketi ile haksızlıklar ve hukuksuzluklar artarak devam ediyor.

Ekonomi yönetimi eylem ve söylemlerin birbiriyle çeliştiği bir yapıya dönüşüyor...

Merkez Bankası Başkanı, söz dinlemiyor diye görevden alınıyor, yerine söz dinleyen atanıyor, o da söz dinlediği için görevden alınıyor; yeni gelen başkan 475 puan faiz arttırıyor. Bu arada faiz artışına karşı olan ekonomik politikaların altı çizilmeye devam ediliyor.

Doları 6 lira dolayında tutmak için 120 milyar dolar harcanıyor, Merkez Bankası’nın kasası boşaltılıyor ama sonra dolar 8 liranın üstüne çıkınca Damat görevden alınıyor.

*  *  *

Aslında çelişik kararlar hakkında daha pek çok örnek verilebilir ama, ben hemen akla gelenlerle yetindim.

Hem karar mekanizmasının ağır, çok ağır işlemesinden, hem de yeterli bilgi ve beceriyle donatılmamış olmasından dolayı, yukarda saydığım çelişkiler karar alma süreçlerini iyice belirsizleştiriyor.

Sonuç olarak “Otorite Boşluğu”:

1) Makro düzeyde 15 Temmuz 2016 kalkışması olarak...

2) Mikro düzeyde, Alaattin Çakıcı olayı olarak ortaya çıkıyor...

Ve hayatımızı zehir ediyor!

Not: Bürün öğretmenlerimi hayırla ve özlemle anıyorum; bana katkıları çok büyüktür!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yeni anayasa tuzağı 19 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları