Tehlike: Mürit kime itaat eder?

14 Eylül 2021 Salı

Sevgili okurlarım, biliyorsunuz, her hafta pazartesi günleri, oğlumun yıllarca önce kurduğu ve erişimi son derece kolay ve hızlı olan internet sitem www.kongar.org’a özel olarak “GÜNCEL” başlığı altında, gazetedeki yazılarımdan farklı bir yazı yazıyorum.

Bu “GÜNCEL” yazılarım, kimi zaman, bazı meslektaşlarımın makalelerinden yaptığım önemli alıntılar, bazen, politikacıların kayda geçirmek istediğim demeçleri, eylemleri, söylemleri, bazen Cumhuriyet’te değinme fırsatı bulamadığım bambaşka konular, bazen de gündeme ilişkin olarak gazetedeki yazılarımda ele alacağım sorunlar hakkında giriş niteliğinde fikirler ve yorumlar oluyor.

Dünkü “GÜNCEL” yazımın başlığı şöyleydi:

“Mukaddes Duygular ve Mukaddes Kimlikler, Yani Dinler, Mezhepler, kısacası ‘İnançlar’, Tarikatlar, Cemaatler yoluyla Baskı ve Bölücülük İçin Siyasette Kullanıldığında, Herkes Ama En Çok Da Bunu Yapanlar Zarar Görür.”

Bazı alıntılarla, son günlerde iktidarın, özellikle Diyanet İşleri Başkanı üzerinden, laiklik karşıtı eylem ve söylemleri yaygınlaştırdığına dikkat çektikten sonra yazımı şöyle bağlamıştım:

“Bu gidişat iyi değildir…

İnançların siyasette kullanılması kimseye hayır getirmez.

Hiç kuşkunuz olmasın, en büyük zarara da tarikatları ve inançları, baskı yapmak ve zorla oy alabilmek için siyaset sahnesine sürenler ve toplumu din üzerinden ayrıştıranlar uğrayacaktır.”

Bugünkü yazımda, sitemdeki yazıda iktidar mensuplarına yaptığım bu uyarımın temelinde yatan tarihsel ve toplumbilimsel bazı gerçeklere değineceğim.

***

Önce İlber Ortaylı’nın Hürriyet’te 20 Ağustos 2016 tarihinde, “Tarikatlar Siyasete Karıştığında…” başlığıyla yazdığı yazıdaki “Kadızadelerin Akıbeti” ara başlığıyla vurguladığı bölüme bakacağız.

Ortaylı, bu bölüme girerken, İslam tarihinde tarikatların önemini ve yerini anlatıyor. Sonra da toplumbilimsel olarak aralarında bir fark olmamakla birlikte, tarikatlar ile cemaatleri birbirinden ayırıyor.

En sonunda da cemaatlerin (aslında tarikatların) hem siyasal iktidara rakip olduklarını hem de emperyalizmle işbirliği yaptıklarını, örneklerle anlatıyor:

“Cemaatler İslam dünyasında temelde son asırlarda ortaya çıkmıştır.

Cemaat, İslam toplumunda hele Türk toplumunda kabul görecek bir kurum değildir. Selçukiler devrinde Karmatîler vardı. Bu sosyalizme ve hatta Zerdüştlüğe meyyal cemaati Nizâmülmülk feci halde tedib etti. Osmanlı tarihinde Kadızadelileri siyasete karıştıkları için bilhassa 17’nci asırda Köprülü Mehmed Paşa şiddetle cezalandırdı.

Siyasete bulaşması kaçınılmaz olan bu gibi kitlelerin gelişimine hoşgörüyle yaklaşılmamıştır.

Hatta 19-20’nci yüzyıl dönemecinde ortaya çıkanların durumuna bakarsak İslam dünyasının bugünkü başlıca problemlerinden birinin cemaatler olduğunu söylemek haksız sayılmaz.

1890’larda ortaya çıkan Mirza Gulâm Ahmed Kadiyânî bugün dahi 2-3 milyon taraftarı olan, Britanya’dan Pakistan ve Hindistan’a kadar mensuplarının her yerde yaşadığı bir cemaattir. Ticaretle ayakta durur. Bugün Hindistan’da kalan Kadıyan’da doğan Gulâm Ahmed cihadın kılıçla değil söz ve ilimle yapılacağını ileri sürmüştür.

Bu zamanımızda benimsenen bir görüştü. İngiltere’yle arayı hoş tutmak amacındaydı ve mensuplarına kendisinin İslamın kıyamete yakın bir zamanda beklediği İsa Peygamber’e en çok benzeyen kişi olarak Mesihliğini telkin etmiştir.

Kimse bizim sandığımız gibi saf değil; Britanya yönetimiyle iyi geçinen, mensuplarının da yönetimle iyi geçinmesini kolaylaştıran bir dini lider, hatta kurtarıcı birçok insanın işine gelir.

Kadiyânîler, bir ara bağımsız Pakistan yönetiminde bürokrasinin en önemli mevkilerini işgal ediyorlardı.”

***

Şimdi Diyanet İşleri Başkanı’nın “sokağa da egemen olmasını istediği inancın” bir “mahalle baskısı” olduğunu söyleyen Prof. Şerif Mardin de çeşitli yazı ve söyleşilerinde İttihatçıların bile en çok “Sokak İslamı” dediği, siyasete sokaktan egemen olmaya çalışan dinci gruplardan korktuklarını belirtir.

Çünkü sokağa taşmış olan ve iktidar peşinde olan tarikat ve cemaatlerin, siyasal iktidarların en büyük rakibi ve düşmanı olduklarını en iyi onların içinden gelenler bilir.

***

Beni asıl hayrete düşüren nokta, bırakınız tarihi, bırakınız kendilerinden önceki siyasal iktidarları, bizzat bu iktidar mensuplarının, bizzat besleyip büyüttükleri, özdeşleştikleri Gülen Cemaati tarafından bir darbe girişimi ile karşılaşmış olmalarına rağmen, hâlâ tarikat ve cemaatlerden medet ummalarıdır.

Yazımı, sitemdeki “GÜNCEL” makalemde belirttiğim iktidara yönelik tehdit ve tehlikenin ne kadar gerçekçi ve yakın olduğunu vurgulayan ve herkesin yanıtını bildiği bir soru ile bitiriyorum:

Bir tarikat müridi olan bir asker, bir polis, bir yargı mensubu, bir bürokrat, bir teknokrat, tarikat şeyhinin emrini mi dinler, yoksa tarikat üyesi olmayan amirinin mi?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yeni anayasa tuzağı 19 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları