Özdemir İnce

İmamokrasinin hezeyanları

02 Ekim 2022 Pazar

“Hezeyan, belli bir dönemde ve toplum içinde gerçeğe aykırı düşünceyi tanımlamak için kullanılmaktadır. Hezeyan; sanrı ve paranoya terimleriyle de ifade edilmektedir. Bunlar genellikle zihinsel ya da nörolojik hastalık ile birlikte ortaya çıkmış olsa da belli bir hastalıkla ilişkilendirilmemiştir. Zihinsel ve fiziksel pek çok patolojik durumda ortaya çıkabilir (...) Başka insanların inançlarını önemsemeden, var olan düşüncenin hatalı olduğuna dair kesin deliller olmasına rağmen ve dış gerçeklikten yanlış anlamlar çıkartmaya dayalı yanlış inançlardır. Bu inançlar kişinin bağlı olduğu kültürün diğer bireyleri tarafından genelde kabul görmez.”

Bu tanımdan nereye mi gelmek istiyorum? Türkiye’de İslamcılık; hezeyanı Cumhuriyet karşıtlığından, çağının çağdaşı olamamaktan kaynaklanan aşağılık duygusu yüklü bir saplantıdır. Osmanlı döneminde, istemezükçü ulema sınıfında görülen bu olgu, bu konum, bu durum, günümüzün çağdışı ruhban sınıfında görülmekte: Kimisi enflasyonun dua ile geçeceğini iddia etmekte, kimisi yoksullara sabır ve şükür tavsiye etmekte, uçkuru gevşek kimisi de neredeyse kundak çocuklarından tahrik olmakta, kimisi iç savaş hazırlığı yapmaktadır. Din adamını Cumhuriyet öncesi ulema sınıfının otoritesine tekrar kavuşturmak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı hilafet makamına dönüştürmek istiyenlerin son çırpınışlarıdır bunlar. Çünkü, bu tutku ve hayallerinin AKP iktidarıyla birlikte sona ermek zorunda kalacağını çok iyi biliyorlar.

Bir zamanlar adamın biri “Statükocu partiler zafer kazanıncaya kadar tekrar mı edilecek seçimler” diye soruyordu. Ona göre, milliyetçi ve muhafazakâr, kökten sağcı partiler 1950’den bu yana bütün seçimleri şu ya da bu şekilde kazandıklarına göre artık seçim yapmanın bir gereği kalmamıştı. Günümüz AKP’si, o adam gibi, artık seçimin nafile olduğuna inanmakta ve bunu sağlamak için  bütün seçim ve sınavlarda hile yapmakta ve kaos ve terörden medet ummaktadır.

***

Şu “statüko” sözcük-kavramının anlamını bir türlü öğrenemedi siyasetçiler ve yazıcılar. Ama ben öğretinceye kadar yazmaktan vazgeçmeyeceğim.

Latince “Status quo”nun Türkçe anlamı: “Var olan durum, mevcut düzen”.

Marksizme göre: Siyasal partiler bağlamında statüko, kapitalist düzeni sürdürmeyi savunan sağcı, burjuva partileri işaret eder. Ama bu anlamda kullanmıyorlar. Statüko, karşıtları için, burnu kırılması gereken “Cumhuriyet”, kökü kazınması gereken devrimlerdir. AKP ve yandaşlarına göre “Statüko = laik düzen”dir! Bu durumu “askeri vesayet” diye ifade ederler(di). Ayrıca Danıştay, Yargıtay, Sayıştay ve Anayasa Mahkemesi de Cumhuriyet statükosunun temsilcileridir.

Biraz daha açacak olursak: Evet, anayasanın 2. maddesinde yer alan “Türkiye Cumhuriyeti ... demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir” ilkesi Türkiye Cumhuriyeti’nin statükosudur. Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısal statükosunu belirleyen ilk dört madde konusunda herkes uzlaşmak zorundadır. Uzlaşanlar legaldir (yasaldır), uzlaşmayanlar illegaldir (yasadışıdır).

Şu günler Halil İnalcık’ın Atatürk ve Demokratik Türkiye (Kronik Y. 4. baskı) kitabını okuyorum. 72. sayfada, devrimci Atatürk’ü çok iyi anlatan şu satırları okudum:

“Mustafa Kemal, Batılı güçlerin milletine karşı tutumunu reddetmesine rağmen, milletin bağımsız varlığının kesinlikle tam modernleşmeye bağlı olduğunu ve bu dünyada hayatta kalmak için bundan daha temel bir prensibin bulunmadığını idrak etmiş ve bunu derinden hissetmişti. İzmit’te ‘İnkılap Kanunu’nun var olan bütün kanunların üzerinde olduğunu bildirdi. Ona göre kutsal kitapta dahi yazsa, milleti bir yasaya tabi tutmak imkânsızdı, nitekim bu, bu dünyada köle gibi yaşamaya yol açmıştı.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Din ve vicdan hürriyeti 13 Aralık 2024
Üst kimlik olarak İslam 10 Aralık 2024
Yandaş hakem 8 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları