Genco abi...

03 Ağustos 2024 Cumartesi

Yıl: 1996. Yirmili yaşların başındayım. Sivas kıyımı yeni. Türk Tabipleri Birliği tarafından Behçet Aysan Şiir Ödülü verilmeye başlanmış. Ödül törenine Genco Erkal davet edildi. O dönem Erkal, Mehmet Ulusoy’un rejisiyle “Simyacı”yı oynuyor bir yandan. Muazzam bir turne trafiği olduğunu biliyoruz. Böyle sıkışık zaman diliminde kolay değil, Behçet Aysan özelinde bir gösteri sergilemek ama bizi kırmadı ve geldi. Sahnede Nâzım’la başlayan ve Aysan’la biten bir şiir gösterisi sundu. O günden sonra neredeyse bütün konuşmalarımız Sivas katliamı üstüneydi. Bu görkemli buluşma benim için “Sivas '93” oyununun ilk masa başı çalışmasının başladığı gündür. Daha sonra Genco abi, Max Frisch’in “Aymazoğlu ve Kundakçılar”ını sahneye koydu ve oynadı. Oyundan sonra bir görüşmemizde “Sivas için bu oyunu oynuyorum ama yetmiyor!” demişti. 

***

“Sivas ‘93” tipik bir belgesel oyundu. Yaşanan bu korkunç katliamın, yine o güne dair belgelerden yola çıkarak dizgesini oluşturuyordu. Arka planında ise katliama ait, slayt, film, fotoğraf, ses bandı, gazete ve dergi haberi, el ilanı gibi veriler kullanarak eserin belgesel niteliğini geliştirici unsurları karşımıza sistemli bir biçimde çıkarıyordu. Erkal, Sivas’ta yaşanan ortaçağ kıyımına ilişkin araştırma ve soruşturma sürecini bir yöntem gibi kullanarak kendi evrenini oluşturmuştu. Yaşananların ardında yatan gerçekleri ortaya koymaya, kamu vicdanını adaleti de içine alacak şekilde harekete geçmeye katkı sağlama arzusundaydı. Belgesel tiyatronun öncüsü Peter Weiss tiyatronun “ezilmişlerin ve mahkûm edilmişler”in yanında saf tuttuğunu belirterek bu noktada yansız ve tarafsız bir yaklaşımın olamayacağının altını çizer. Gerçekten de Genco abi, kendi sesi ve soluğunu eser boyunca hissettiriyordu. Bir yandan otel içinde üç şaire Metin Altıok, Behçet Aysan ve Uğur Kaynar’a uzanıyor, bir yandan da otel dışında yaşananları ayrıntılandırıyordu. 

***

Ülkemizde 60’lı yılların ortalarından itibaren dönemin politik rüzgârının da etkisiyle belgesel tiyatroya dair gösterimler gerçekleştirilmeye başlandı. Heinar Kipphardt’ın “Oppenheimer Olayı”, Alain Decaux’un “Rosenbergler Ölmemeli”, Enzensberger’in “Havana Duruşması”, Peter Weiss’in “Soruşturma”sı gibi eserler seyirciyle buluştu, bunu tiyatro yazınımızdaki belgesel tiyatronun iyi örnekleri izledi. Özellikle 2000’lerden sonra Genco Erkal’ın “Sivas ‘93” adlı oyununa kadar belgesel tiyatro kapsamında geniş kitlelerle buluşan bir sahne olayına tanıklık etmedik. Bunda, onun bir tiyatro oyununun ne zaman ve nerede sahnelenmesi gerektiğini iyi bilen, öngörülü, tecrübeli bir sanat adamı olmasının etkisi büyük. Ancak politik tiyatroların günümüzde büyük darbeler yediği de bir gerçek. Sansür mekanizmasının etkisi, oyunların zaman zaman seyirciyle buluşmasının engellenmesi, kimi akademik çevrelerin bu türe “modası geçmiş” bir söylemle yaklaşması, sendika ve örgütlerin eskisi kadar sanata ilgi göstermemesi, politik tiyatro anlayışı üzerinde buldozer etkisi yarattı. Dahası, Özal liberalizminin gölgesinde oluşan çıkar dünyasının parayı en büyük değer ilan etmesi, tüketim çılgınlığının toplumu sarması, paradan para kazanmanın engellenemez çekiciliğinin savunulmasıyla, meşhuriyet çağının yükselen ivmesiyle kuşaklararası değerler değişime uğradı.

***

Niye bunları yazıyorum? Memleketimizin alacalı tarihi Genco Erkal’ın tarihidir. Cumhuriyet sonrası tiyatromuzdan söz açacaksak onun adını hemen ilk sırada yazarız. Sorumlu aydın kimliği ders niteliğindedir. O, hiçbir zaman gerçek anlamıyla sanatın gücünü kullanan bir tiyatroyu ayakta tutmanın gündelik popülist söylemlere, isimlere, “star sistemine” dayanmadığını bildi. Ve bunu sanatta ışığı hiç sönmeyen bir yıldız olarak kalmayı başararak yaptı. Tiyatro için salt oyunculuğun değil, aynı zamanda sahnenin tüm unsurlarını (yönetmen, çevirmen, yazar, dramaturg) layığıyla kullanarak üstün bir performansla çıktı seyircinin karşısına. 1959’da “Çöl Faresi” oyununda başlayan tiyatro yaşamını tam 173 oyunla pekiştirdi. Dahası her yeni oyununun bir öncekinden daha fevkalade olması için çaba gösterdi. Zoru başardı. Ülke ilk defa tek kişilik oyunları onun sayesinde tanıdı. “Bizim memlekette kimse izlemez” bu türü denildiği yerde gökyüzüne fişek gibi fırladı. 

***

Bundan birkaç yıl önce ona dava açıldığında, sevgili Fazıl Say, Fransız lider Charles de Gaulle’ün Sartre için söylediği söze gönderme yaparak “Genco Erkal Türkiye’dir” demişti. Ne acı ki konumuz Genco Erkal’a, yüz metrede tiyatro sanatımızın en büyük koşucusuna açılan dava... Konumuz, onu gözümüzden sakınırken geldiğimiz son nokta... Konumuz, doğadan, yaşamdan, haktan, adaletten yana bir sanatçıya reva görülenler... Konumuz, ahlaksız ticaretin, ilkesiz siyasetin, niteliksiz eğitimin, emeksiz zenginliğin, vicdansız hazzın, insaniyetsiz bilimin, gösterişe dayalı ibadetin, kanunsuz adaletin olduğu yerde bir sanatçıya yaşatılanlardı. Konumuz geniş, acılı, hüzünlü.

Ama biz onun öğütlediği yerden bakmaya, dirençten yana olmaya devam edeceğiz. 

***

Genco abi, her şey için çok teşekkür ederim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları