Edgar Allen Poe’nun ünlü şiirinin ilk dizesi gibi “Seneler seneler evveldi.” Ataol Behramoğlu, Türkiye Yazarlar Sendikası’nda genel başkan olduğu dönemde Ankara’ya sık geliyor, gençliğin gözüpekliğiyle TİP’li olmanın onurunu, devrimle ve şiirle uzun yıllar daimi kıldığı dostu Abdullah Nefes’le buluşuyordu. Zaman zaman annemle katılıyorduk aralarına. Şen kahkahalarımıza rağmen doksanların soğuk ikliminin ağırlığı üstümüze çöküyordu. Ancak o günlerden bana cıvıl cıvıl bir yaz akşamı kaldı. Bu defa Ahmet Telli ile birlikte Azer Yaran da aramıza katılmıştı. Masanın bir ucunda Ataol abi, diğer ucunda Azer abi, Rusça’dan şiir atışmaları arasında keyifliyiz. Azer Yaran, Resul Gamzatov’dan bir şiir okuyor. Önce Rusçasını ezberinden söylüyor, ardından hemencecik orada Türkçe’ye çeviriyor. Yıllar sonra Mazlum Beyhan’ın (canım Mazlum abimin) çevirisini okudum, o gün dillendirilen şiirin: “Kadın... sana aşık bin kişi varsa onlardan biri benim/ yüz kişiyse aşıkların onlardan biri benim/ on kişi aşıksa sana biri mutlaka benim / Kadın... tek bir aşığın varsa unutma,/ o zaten benim sana aşık hiç kimse yoksa ey güzel git ve dağlarda mezarımı ara!”
Ataol Behramoğlu’nun geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Rus Edebiyatı Tarihi”nin bin yıllık döneminin değerlendirmesini yaptığı kitabının sayfalarını çevirirken ilk önce aklıma bu anının gelmesi tesadüf değil. Çünkü onlar Rus edebiyatının hepimizi saran güçlü etkisini gerçek anlamda bize kazandırmak için o geniş topraklardaki yaşamın mücadeleci ruhunu önce kanlarında, canlarında hissettiler. Ülkemizde Hasan Ali Ediz, Nihal Yalaza Taluy’la başlayan, Ataol Behramoğlu, Mazlum Beyhan, Azer Yaran, Mehmet Özgül ve Sabri Gürses gibi çevirmenlerle süren bu büyük birikim sığınağımız oldu. Rusların insana ve hayata bakışında kurduğumuz ortaklıkla Raskolnikov’un suç ve vicdan tartımı arasında kurduğu ilişkiyle büyüdük, Anna Karenina ile şehvet denizinde yıkandık, Prens Mişkin’in zayıflıklarının esiri olduk, Nataşa’nın çocuksu gülüşüyle bütünleşen trajik hatasına kapıldık.
Bugün adeta bir roman bütünlüğünde okunabilecek “Rus Edebiyatı Tarihi”, yalnızca üniversitede ders veren akademisyen ya da dilimize Rusça’dan yetkin yapıtlar kazandıran bir çevirmen bakışıyla değil, Ataol Behramoğlu’nun bir şair ve düşünce insanı olarak kendi saptamalarını öne alarak değerlendirmeler yaptığı büyük bir kaynak. “Rus Edebiyatı Tarihi” ansiklopedik bir bakışın yansıması olsaydı bile bizler için çok önemli bir çalışma olacaktı kuşkusuz. Ancak geniş bir birikim ve tecrübe ile yazılan her satırın ardında hem Rusya’nın dünden bugüne yazınsal değerlendirmesi, dilin kazanımlarının edebiyata yansıması ve önde gelen yazarların eserlerine dair yorumlar özgün bir yapıtın varlığını ortaya koyuyor. Altı büyük bölümden oluşan değerlendirmeler sözlü edebiyattan eski Rus edebiyatına, 17. yüzyılda Smuta adı verilen karışıklık dönemine, Reformlar Yüzyılından, “içdenizler sonrasında okyanuslara açılan” 19. yüzyıla ve son olarak da Perestroyka dönemine dair saptamalarla bütünleşen bir çalışma. Behramoğlu yeri geldiğinde eleştirel düşünmenin bizi hangi sapaklara götüreceğini de gösteriyor. Yıllar önce Mina Urgan’ın “İngiliz Dili ve Edebiyatı Tarihi” yayımlandığında, The Guardian’da “Yalnızca Türklerin değil, İngilizler dahil pek çok ulusun yararlanması gereken önemli bir çalışmadır”, diye yazılmıştı. Ataol Behramoğlu’nun “Rus Edebiyatı Tarihi” de dünyada pek ülkeden okurun ilgisini fazlasıyla çekeceğine inandığım anıtsal bir eser.
***
Ataol Behramoğlu geçtiğimiz aralık ayında hastalanmış, uzun süren yoğun bakım sürecinin ardından deyim yerindeyse toprak altından yeniden yeryüzüne çıkmıştı. Onun sürecini gün be gün takip eden biz sevenleri ise önümüzdeki günlerde Ataol Behramoğlu ile düşünsel kimliğini öne alarak yaşamına dair dönemeçleri de içeren söyleşi kitabıyla karşımıza çıkacak doktor Okan Toygar’ı, değerli eşi Hülya ve biricik kızı Barış’ı bunaltmamaya çalıştı. Hepimizin tek arzusu onun yeniden sağlıkla aramıza katılıp yeni çıkacak yapıtlarını dünya gözüyle görmesiydi.
***
Yarın ise doğum günü. Biz Ataol Behramoğlu’na çok şey borçluyuz. Şiir kavrayışımız onun sayesinde kanatlandı. Sayısız şiirini ezbere bilen kuşaklar mücadelesini ve aşkını onunla güçlendirdi. Aklımız onun çevirileriyle düşünselliğin kapısını araladı. Her birimiz “Dönüşüm” ve “Militan”la dergiciliğin de bir mücadele biçimi olduğunu öğrendi. En korkunç zamanlarda bile umut sahibi olmanın erdemini tattı. Yargılandığı sayısız dava inadının değerini hatırlattı. Tam bir aydın olarak düşünselliğini aydınlanmacılıkla, hümanizm ve ulusal değerler ile korudu.
***
Sağlıkla yaşa!