Bir ‘örgü’ meselesi

Bir ‘örgü’ meselesi

03.05.2025 04:01
Güncellenme:
Takip Et:

Ankara’da dallar çiçek açtı, derken kış yeniden bastırdı. Mayıs ayının hüzünlü yüzü kaldı bize. 1 Mayıslarda yitirdiklerimizle 6 Mayıs’ta idam sehpasına gönderilen üç fidanın sancısı ve acısı yeniden göğün alacasına yansıdı. Fukaralıkla, adaletsizlikle, kıyımla sınanırken, tarihimizden miras kasvetimiz birleşti. Oysa bahar demek, neşe, coşku, sevda, en önemlisi de umut demek! Geleceğe dair kurulan düşlere dair gerçek anlamda atılan en güzel adım demek. En çok gençliğe ve onun cesaretiyle güzel günlere yakışan mevsim bizi yanıltmaz, öyle değil mi?

***

Önceki gün, Onat Kutlar’dan ödünç alarak, “Bahar İsyancıdır” diye sayıklıyordum. Birgün gazetesinde Zeynep Altıok’un babacığı Metin Altıok’un dizesinden yazısına başlık koyduğu “Gençlik: Faltaşı Bir Göz” yazısını okurken düşündüm örgü örmenin dünya tarihiyle kurduğu ilişkiyi. Kadınların, sınıf çatışması ve tarihselleşme odağında evden, sonra fabrikalardan aile ekonomisine sağlanan o muazzam katkıyı. Örgü ören kadınların duygularıyla ilmek ilmek aslında hayatlarını dokuduklarını. Neden mi? Son dönemdeki gençlik hareketinin ilginç bulduğu ayrıntılarını aktarıyor Altıok. Bunlardan biri de Yıldız Teknik Üniversitesi’nden. Gençler, “Dayanışmayı ilmek ilmek örgütlüyor!” başlığı altında, herkesin tığ işi ya da şişle örülmüş 20x20 cm’yle “zanaat aktivizmine” katacağı yaratıcılıkla katkı sunmasını istiyor. Altıok gençlerin taleplerini şöyle yazmış, “Bu karelerin birleştirilmesiyle kolektif bir ürün olarak elde edilecek battaniyeleri kullanarak, direnişi ve boykotu örgü ve sanatımızla büyüteceğiz” diyorlar. 

***

Örgünün tarihi çok eski, nitekim Antik Yunan’da da kadınlar örgü örer. Mitolojiye göre, Athena insanların yaptığı ince nakışların, işlemelerin koruyucusudur.  Dokumayı kadınlara bağışlayan ve koruyanın, o olduğuna inanılmıştır. Resmedilen dokuma tezgâhı ağırlıkları üzerindeki Athena’nın kutsal hayvanı olarak bilinen baykuş figürleri de bunu kanıtlar hep. Tanrıçanın kendisi de dokumacıdır. Ancak birgün karşısına ölümlü Arahne çıkar; Tanrıça Athena’dan daha üstün bir dokuma yeteneğine sahip olduğunu iddia eder. Athena, yaşlı bir kadın kılığına girerek  tanrıları kızdırmamasını öğütler. Arahne aldırmaz ve yaşlı kadınla yarışa girer. Sonunda Athena, Arahne’nin dokumasının kusursuz olduğunu kabul eder ama  sinirden kendini kaybederek onu yok eder. Arahne karşısındakinin tanrıça olduğunu anlayarak kaçar ve kendini asar. Sonunda Athena, Arahne’ye acır ve onu bir örümcek halinde geri getirir dünyaya. Böylece bir örümcek gibi ilmek ilmek sabırla ve incelikle işlenecek dokumanın adına dönüşür Arahne. Çünkü yeryüzünde örgü kadar sabır isteyen başkaca bir uğraş yoktur.

***

Mitolojinin en hüzünlü kadınlarından biri de Penelope’dir. Odysseus savaşa gidince karısı Penelope’nin saraydaki erkeklerden biriyle evlenmesi istenir. Zavallı kadın, örgüsünü tamamladığı zaman içlerinden birini seçip evleneceğini söyler ama zaman kazanıp kocasını beklemek için ördüklerini her gece söker ve yeniden başlar. Bu sayede örgü asla tamamlanmaz. Bu örgü toplam yirmi yıl savaşla ve savaştan dönerken çeşitli maceralar yaşayarak gezginlikle ömrünü tüketen bir adamın karısı olarak hüzünle kendini korumaya çalışan bir kadının öyküsüdür. Hem cesur hem de sabırlı.

***

Ortaçağda ise Meryem Ana’nın o örgü ördüğü tablolar yayılıverir. Örgü örmenin kadınlarda yaygın bir uğraş olduğunun kanıtı gibidir resimler. Ancak Meryem Ana da acılarının sancısını örgü ile dindirmektedir.

***

Avrupa’da kadınların kamusal yaşama atılmalarının ardından dokuma tezgâhlarında çalışmaya başlaması arasındaki paralellik endüstri devrimi sonrasında romanlara ve oyunlara yansıyacaktır. Charles Dickens, “İki Şehrin Hikâyesi”, “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu.” diyerek başlar. Gerçekten de zaman artık bambaşka bir saatten akmaktadır. Romanda, Bastille hapishanesinde suçsuz yere on sekiz yılını geçirdikten sonra, eski dostunun yardımıyla kurtulan Dr. Manette’in hayat hikâyesi anlatılır. Bu sırada yaşanan Fransız Devrimi hayata dokunmaya başlar; mazlumların zalime, zalimlerin ise mazluma nasıl dönüştüğünü tüylerimiz diken diken okurken “özgürlük, eşitlik ya da ölüm” sloganları arasında sokaklarda dolaşır, sonrasında devrim umudunu taşıyanların bir bir giyotine gönderilmelerinin acısını yaşarız. Bir toplumun geçiş dönemi, umudun rüzgâr gibi tersine dönüşü gözler önüne serilir. Mannette kızına kavuştuktan sonra Londra yolculuğuna çıkar. Şehirler değişir ama toprak sahiplerinin, aristokratların yani kendilerine “soylular” diyen egemen sınıfın, emekçi kitlelere yeryüzünde cehennemi yaşatması değişmez. Bütün bunlar yaşanırken olayları gözlemleyen kadın vardır: Madame Defarge. Roman boyunca örgü örer ve olup bitenleri sadece izler. Bazen tek başına, bazen de sokaktaki diğer kadınlarla birlikte… Adeta yazarın yarattığı bir üçüncü göz gibidir. Çünkü bakışlarından örgüsüne yansıyan biriktirdikleri vardır. “Ne örüyorsunuz?” diye sorulur ona. “Birçok şey...” diye yanıt verir. Zorlayınca da “kefen” sözcüğünü söyleyiverir.  

***

Gerard Hauptmann 19. yüzyılın ortalarına doğru Almanya’da, Silezya’da geçimlerini sabahtan akşama kadar, dokuma tezgâhlarından kazandıklarıyla sağlayan yoksul kesim ile fabrikatörler arasındaki uçurumdan doğan eşitsizliklere karşı isyanı anlatır “Dokumacılar”da. Yoksulluğun el kitabı gibidir. Yazarına Nobel ödülü kazandırır kazandırmasına ama Prusya parlementosunda günlerce tartışılır. Hatta oyun polis tarafından yasaklanır.

***

Geçtiğimiz yüzyılda dünya savaşlarında kadınların erkeklere üniforma dikmesinin simgesine dönüşür dokumacılık. Tezgâhlara kocasını askere yollayan, dul kalan, evladını kaybeden kadınların gözyaşları dökülür.

*** 

Kadınlar, göz acısına, el yorgunluğuna rağmen örgü örmeye devam ediyor. Artık örgü son iki yüzyıldır sadece eve katkı sağlayan sabırlı kadın imgesinin değil direnişin, inadın, sınıf ayrımına dur demenin de sembolü.

Şimdi umuda dönüşüyor.