Onur mücadelesi

Onur mücadelesi

22.03.2025 04:01
Güncellenme:
Takip Et:

Zalimler zalimi satrap takma gözlüdür. Günün birinde yaverine, “Söyle bakalım, hangi gözüm gerçek, hangi gözüm takma?” diye sorar. Yaver, şakkadanak takma gözünü işaret eder: “Bu gözünüz efendim?” Oysa satrap, takma gözünün doğal göründüğüne emindir. Şaşkınlıkla, “Nerden anladın?” der. Yaverinin verdiği yanıt kinayelidir: “Takma gözünüz daha şefkatli bakıyor, efendim.” Hakikat, hangi şartlar olursa olsun kendini belli eder. Bundan sonrası satraba karşı direnen zavallı yaverin trajik öyküsüdür. Günümüzde ise hakikatin savaşçısı gerçek gazeteciler ve onların yaşadığı ıstıraptır. 

***

Nedense faşizmi iki dünya savaşı arasında yaşanmış bitmiş bir rejim olarak adlandırma eğilimi her zaman baskındır. Çünkü kapitalist iktidar sahiplerinin, Nazi ya da Mussolini’ye karşıtlık üreten söylemlerden popüler sanat ürünlerine kadar geniş bir yelpazede yaşananları geride kalmış bir olgu olarak göstermesi işine gelir. Ya da Avrupa’nın göbeğinde kimi eylemleri marjinal gruplara atfederek kısa yollu bir kurtuluş içine pekâlâ girilebilirler. Ancak günümüzde faşizmin kapitalizmle el ele tutuşarak kendi gücünü ve dayanağını başkalaştırarak muazzam derecede modernleştirdiği, binbir çeşit yüzle karşımıza çıktığı unutulmamalıdır. Artık klasik tarzda, gaz odalarında milyonların imha edildiği bir faşizm beklemek algının başka yöne kaymasına hizmet eder. Faşizm yerleşmiş, kapitalist düzencilerinin rahatını bozmamak için zaman zaman din ya da milliyetçilik sosuyla söylemsel bir algı yönetimine imkân tanır. En önemlisi de örgütlenme hakkına balta indirir. 

***

Ülkemizde örgütlenmeye dair kazanımların, mesela Kemal Türkler öncülüğünde DİSK yapılanmasının ya da 15-16 Haziranlardaki emek hattının, 12 Eylül ve sonrasındaki süreçte aldığı büyük tahribatları ve yaraları sürekli konuşuyoruz. Ancak çok uzun zamandır kamusal hayatın olmazsa olmaz unsurlarının, örgüt ve eylem gibi hakların kriminalleştirilmesine itiraz da edemez hale geldik. Attilâ İlhan, “Sokağa çıkma yasağı” şiirinde yazar: “Sokaklar vahim bir tenhalığa çıkıyor!” Çok açık ki, her sınıftan insanın gelip geçtiği kamusal alanlar anayasada yazmayan suç tanımlarıyla ıssızlığa gömülüyor. 

***

Sadece ülkemizde değil, bütün dünyada örgütlenme hakkına dair klasik eylem modelleri yerine bambaşka fikirlerin ortaya atıldığı, sivil itaatsizliğin getirileri neler olabilir, gibi soruların sorulduğu farklı zamanlardan geçiyoruz. Bugün gelişen dünyayı ve ülkemizdeki sınıfsal dönüşümleri yüzyıl öncesindeki gibi yorumlayabilecek konumda değiliz. Son zamanlarda Anadolu’da bile neredeyse her ilde bulunan organize sanayi bölgeleri, yerel siyaset eşrafının işe ustalıklı dahil edilmesiyle düşük ücretli çalıştırmadan, kaçak çocuk işçiye, şantaj olarak kullanılan güvenlik takibinden, doğayı tahribe uzanan geniş sorunlarla karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla yalnızca metropollere özgü işçi modeli yok hayatımızda. Yeni dünyada özellikle taşrada kurulan fabrikalarda göçmen işçi çalıştırmadan sosyalleşmesini tam olarak gerçekleştirememiş kesimin işgücü olarak kullanılmasına uzanan kirli bir düzen hayata geçiriliyor. Bu noktada da sendikalaşmaya sekte vuruluyor. 

***

Kim ne derse desin, dünya tarihinde sokak aynı zamanda toplumsal hareketin bir anlamda örgütlenmenin başlangıç noktasıdır. Bu noktada ise cezbedici olan kent güvenliği düşüncesidir. 19. yüzyıl Avrupa’sında burjuvazinin hakim olduğu mahalleler sokak lambalarıyla donatılmıştır. Büyük şehirlerin çeperleri ise karanlığa dolayısıyla “kim vurduya gitmeye” mahkûm edilmiştir. Her türlü kirli işin dönmesine müsaade buyrulmuştur da diyebiliriz. Bu nedenle sokak hareketini başlatanlar kendilerini güvenliksiz alana itenlerden, hapsedenlerden öç almaya çalışır. Öncelikli olarak sokak lambalarını intikam nesnesi olarak seçerler kendilerine. Fransız şairi Nerval, düşlerin içinde yaşayan ayrıksı bir adamın şiirlerini yazar hep. “Bir kadın var şatonun geniş penceresinde,/ Kara gözlü ve kumral, belki de tanıdığım/ Bir kadın, geçmiş zaman esvapları içinde/ Belki başka yaşamda görüp, anımsadığım!” Çok küçük yaşta kaybettiği annesiyle gönlüne giren kadınları birleştirir âdeta. Ama girdiği bunalım sonucunda bir sokak lambasına asar kendini. Aslında ölürken yoksulların yanında konumlanmak istemiştir. İşte bir önceki yüzyılın romantizmi böylesine aşkınlıklarla kendine alan açar. Bugünün dünyasında küçük taşkınlıklar bile, hele ülkemizde, yerindesizlik olarak kabul görüyor. Çünkü insanı tekilleştirip elinden onurunu alacak bir yapı inşa ediliyor.   

***

Şefkatsiz yönetimler, insan onurununda perişan edilmesine imkân sağlar. Ayrımcılık yasağı ve eşitlik, azınlıklar, basın özgürlüğü, cezasızlık, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği, çalışma, çocuk hakları, devlet görevlileri tarafından gerçekleştirilen hak ihlalleri, din ve inanç özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, eğitim hakkı, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, engelliler, gizlilik hakkı, gözaltı-tutuklama, insan hakları eğitimi, insan hakları savunucuları, ırk ayrımcılığı, işkence, kadın hakları, kalkınma, kamu güvenliği, mülteciler-sığınmacılar-göçmenler- insan ticareti, örgütlenme ve barışçıl toplanma özgürlüğü gibi çoğaltılabilecek pek çok başlığı yok ederek insanın kendisiyle ilgili uçurumun büyümesine neden olurlar. Ancak bunların en önemlisi de seçilmiş olanın adaletsizlikle alaşağı edilmesidir. Böyle bir düzende ancak sefalete mahkûm olunur. 

***

Ancak her düzenin kendi çıkarları için sefalete götüren zavallı yandaşları vardır. Mesela, bir zamanlar dönemin ünlü paşalarından biri, yanına adamlarını da alarak, saltanat kayıklarından birine biner. Hava rüzgârlı mı, rüzgârlıdır. Denizde dev dalgalar çıkar karşılarına. Dümenci ve kürekçiler. kayığı idare etmeye çalışırken, Paşa da olur olmaz emirler yağdırmaya başlar; “Küreği şu yöne çek”, “Siya yap!”, “Alargada kalma!” Kayıkçılar ne yapacağını şaşırır ve çaresiz emirleri uygulamaya başlar. Gidişat kötü olmakla birlikte, emir büyük yerdendir. Bir süre sonra olanlar olur ve kayık karaya oturur. Paşa, kayıkçıları azarlamayı sürdürür; “Gördünüz mü, ben demedim mi, karaya oturduk işte!” Adamları iştahla söze girer: 

“Güle güle oturun, paşam!” 

“Aman da aman, oturduğumuz kara size nasıl da yakıştı.” 

“Allah oturduğunuz yerden kalkmayı nasip etmesin!” 

Karaya oturduktan sonra yer gösteren çok olur! 

***

Önemli olan adaletsizliğe karşı çıkıp hakikatin yanında yer alarak onurunu öne almaktır. 

Yazarın Son Yazıları

Erhan Gökgücü Ödülleri

Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında aklımda ellenmeden duran bir bölüm vardır.

Devamını Oku
29.11.2025
Çocuk Mezarlığı

Geçtiğimiz hafta Urfa’da marangoz atölyesinde çalışan bir çocuk işçi cezalandırılmak maksadıyla önce soyuldu.

Devamını Oku
22.11.2025
Evler...

Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de...

Devamını Oku
15.11.2025
Bizi Öldürdükleri Yer: İlhan Erdost Mezarlığı

12 Mart’ın hemen sonrası.

Devamını Oku
08.11.2025
Otel odalarında…

Otel odalarında…

Devamını Oku
01.11.2025
Bir Davanın Düşündürdükleri: Toplumsal Cinayet

Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, dünyanın en güzel adalarından birinde geçer: Mercan.

Devamını Oku
25.10.2025
Kitabın onurunu korumak

D.H. Lawrance “Kitaplar” adlı denemesinde, “Bir kitap iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. Yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer...” diyor.

Devamını Oku
18.10.2025
Okan Toygar’la Ataol Behramoğlu söyleşisi: ‘Hayatımız Güzeldir’

Yıl: 1983. Tren iki saat kadar rötar yaptığı Kapıkule’den ayrılmak üzere.

Devamını Oku
11.10.2025
Bir kadının hikâyesi

Kardeşim Zeynep Altıok’la birlikte geçtiğimiz haziran ayında Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Asım Bezirci üzerine bir panel gerçekleştirmiştik; şimdi de Bezirci için o panelden yola çıkarak hazırlayacağımız bir kitap çalışması için kolları sıvadık.

Devamını Oku
04.10.2025
Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda Yaşar Kemal

“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır...

Devamını Oku
27.09.2025
Çizgi roman denilince...

90’lı yıllarda Ankara’da bir üniversite öğrencisiyken ders çıkışı sınıf arkadaşımla sahafları dolaşırdık.

Devamını Oku
20.09.2025
Hangi 12 Eylül?

Yıllar önce okumuştum Yiğit Bener’in yazdığı “Eksik Taşlar” romanını.

Devamını Oku
13.09.2025
Kültürün demokratikleşmesi için festivallerin yaygınlaşması

Son yıllarda “kültür politikası” üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek.

Devamını Oku
06.09.2025
Yanı başımızda oluşan nefret dili

Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız.

Devamını Oku
30.08.2025
İki deprem: Sındırgı depremi ile siyaset depremi

“Hadi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,/ Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları...”

Devamını Oku
16.08.2025
Gazze’de katliam, dünyada ikiyüzlülük

Geçtiğimiz günlerde son on beş yıldır Gazze’ye gönüllü olarak giden İngiliz doktor Nick Maynard’ın İsrail’de devam eden gaddarlığı anlattığı haberler yansıdı basına.

Devamını Oku
02.08.2025
Adalet terazisi

Paris’te bir sonbahar günüydü...

Devamını Oku
26.07.2025
Attila Jozsef dosyası

“Notos” dergi bu ayki sayısında Sevgican Yağcı Aksel’in hazırladığı Attila Jozsef dosyasıyla okurla buluşuyor.

Devamını Oku
19.07.2025
Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Devamını Oku
12.07.2025
Bir yangının külü...

Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner...

Devamını Oku
05.07.2025
Bilimden yana edebiyata doğru

Bizlerin yaşam döngüsü tam otuz iki yıldır ortaçağ karanlığı olarak nitelendirdiğimiz Sivas katliamının yaşandığı o kara günde saklı...

Devamını Oku
28.06.2025
Nükleer savaş dersleri

Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye.

Devamını Oku
21.06.2025
Siz Nihat Genç deyin ben abi…

Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını “birleşme” olarak yorumlar...

Devamını Oku
14.06.2025
Cezaevi kapısında...

Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok!

Devamını Oku
07.06.2025
Sarıyer Edebiyat Günleri

Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri”nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar’la birlikte konuşmacıydım.

Devamını Oku
31.05.2025
Bir Aydınlanmacı: Refik Ahmet Sevengil

Elimde uzun süredir Cemal Ünlü’nün kaleme aldığı “Söylemenin Vakti Var: Bir Yirminci Yüzyıl Bilgesi: Refik Ahmet Sevengil” kitabı var.

Devamını Oku
24.05.2025
İç sıkıntısı

Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar.

Devamını Oku
17.05.2025
Dün, bugün, yarın

Dün, bugün, yarın

Devamını Oku
10.05.2025
Bir ‘örgü’ meselesi

Bir ‘örgü’ meselesi

Devamını Oku
03.05.2025
Yazarın masası

Yazarın masası

Devamını Oku
26.04.2025
Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Devamını Oku
19.04.2025
İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

Devamını Oku
12.04.2025
‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

Devamını Oku
05.04.2025
Hüzünlü bir tiyatro günü

Hüzünlü bir tiyatro günü

Devamını Oku
29.03.2025
Onur mücadelesi

Onur mücadelesi

Devamını Oku
22.03.2025
Başka bir sağlık sistemi mümkün

Başka bir sağlık sistemi mümkün

Devamını Oku
15.03.2025
‘Kadınlar da Vardır’

‘Kadınlar da Vardır’

Devamını Oku
08.03.2025
İç dökümü

İç dökümü

Devamını Oku
01.03.2025
Kral Çıplak

Kral Çıplak

Devamını Oku
22.02.2025
Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Devamını Oku
15.02.2025