Edremit Kitap Fuarı’ndayım. Böylesi yoğun ve ilgili bir kalabalık beklemiyordum. Önceki akşam hınca hınç dolu Altınkum fuar alanından kimse ayrılmak istemiyordu. Her konuyu konuştuk. Kadınları, sanatı, edebiyatı, Cumhuriyet ilkelerini yücelttik. İçim umutla doldu. Edremit Belediye başkanı ve tüm emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
SUNAY AKIN BÜYÜSÜ
Bu yıl fuarın onur konuğu Sunay Akın. Öyleyse biraz gerilere gidelim.
Cağaloğlu’nda, Milliyet gazetesinin binası görkemli bir yapıydı bir zamanlar. O binada bizim bir sanat odamız vardı ki edebiyatçıların, yazarların, sanatçıların adeta buluşma yeri gibiydi.
Günün birinde 20’li yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim, çekingen, hani neredeyse utangaç, temiz pak yüzlü, aydınlık ve zeki bakışlı bir delikanlı girdi odamızdan içeri. Odada, üç kişiydik. Akal Atilla, Bülent Berkman ve ben. Üçümüz de başımızı önümüze eğmiş çalışıyorduk. Delikanlı hangi masaya doğru ilerlesem diye biraz şaşkın, ne yapacağını bilmez halde dikilip duruyordu. Başımı işimden kaldırdım. Çocuğu rahatlatmak istedim, gülümseyerek sordum: Ne istemiştiniz? Elimle de önümdeki koltuğu işaret ettim.
Delikanlı birden rahatladı, gülümsedi, gülümseyince oda sanki aydınlandı. Geldi koltuğun ucuna ilişiverdi. Bir yandan önüme birkaç kâğıt koyarken bir yandan da “Şey... Genç Şairler bölümü için... Sunay” diye bir şeyler mırıldanıyordu.
“Tamam, sunarız. Seçici kurula elbet sunarız. Teşekkürler” dedim. Genç yine gülümsedi, yanağında gamzeler belirdi. Geldiği gibi sessizce odadan çıktı.
Olay şuydu: Sanat dergisinde “Genç Şairler” diye bir bölüm açmıştık. Ve ilk andan başlayarak dergiye şiir yağmaya başlamıştı. “Seçiciler kurulu” dediğimiz tek kişilik bir “kurul”du. Çalışkan karınca eleştirmen arkadaşımız Mustafa Öneş tüm şiirleri okur inceler ve seçimini yapardı. Hiç unutmam: İlk ay 30 bin kadar şiir gelmişti. 1984 sonuna dek sürdürdü bu görevi Mustafa. Dergide yer alan tüm şiirler, daha sonra “Genç Şairler Antolojisi” olarak yayımlandı. O genç şairlerden ilk aklıma gelenler, Küçük İskender, Akgün Akova ve Sunay Akın’dır.
O gün odamızdan içeri girip şiirini elden veren gencin adı Sunay Akın’dı.
Sevgili okurlar, şu yukarıda iki üç paragrafta anlatmaya çalıştığım o ilk karşılaşmayı, Sunay Akın fırsat buldukça öyle bir ballandıra ballandıra anlatır ki benim bu sözcüklerim onun anlatısının yanında püf diye sönüverir. O karşılaşmayı öyle bir dile getirir ki sanırsınız genç adam ülkeleri fethetti, yok yok, Everest Dağı’nın zirvesine tırmandı. Sanki odadan içeri attığı o birkaç adımda okyanusları aştı, volkanları söndürdü, tsunamileri engelledi. Hatta “Hayattaki en büyük çılgınlığın neydi?” diye sorduğumda “Sanat dergisi odasından içeri girmek” demişliği bile vardır ki neyse, çok ciddiye almadım. Sanat dergisi olmasaydı da Sunay, Sunay Akın olacaktı!
DÜNDEN BUGÜNE
O gün bugün Sunay Akın hep arkadaşım oldu. Çok geçmeden Sanat dergisinin yazarları arasında katıldı sonsuz katkılarda bulundu.
Sunay Akın, o tarihten sonra ne zaman sanat odamıza girse odamız aydınlanırdı. Tarihi konulara, Cumhuriyet ilkelerine, Atatürk Devrimlerine bağlılığı muhteşemdi. Anekdot zenginiydi. Gözlem zenginiydi. Düzyazıyı da şiirle kuşatıyordu.
Uzun yıllar dergimize çok önemli katkılarda bulunduktan sonra, hayattaki en büyük düşünü gerçekleştirdi. Belki de ikinci büyük düşü demeliyim: İlki büyük aşkı, güzeller güzeli Belgin’le evlenmek, ikincisi çocukluğundan beri hayalini kurduğu Türkiye’nin ilk oyuncak müzesini kurmak.
Kaç yaşına gelirse gelsin, Sunay Akın bana hep 18 yaşındaymış duygusunu verir. Coşkusu, tutkusuyla içindeki çocuğu da delikanlılığı da hep canlı tutar.
23 Nisan 2005’te İstanbul Göztepe’de ailesine ait dört katlı tarihi bir konakta açıldı İstanbul Oyuncak Müzesi. Ama tohumları, çoook çok daha önce atıldı.
5 yaşındaydı Sunay. Henüz aileyle birlikte İstanbul’a taşınmamıştı. Sünnet olacaktı çocuk. Stüdyo fotoğrafçısı, çocuğunun eline bir oyuncak tutuşturur. Dekor niyetine. Fotoğraf çekildikten sonra oyuncağı geri ister. Oysa 5 yaşındaki çocuk, oyuncak gemiyi sünnet armağanı sanmıştır. Sanısı tuz buz, yüreği paramparça, oyuncağı geri verir. İşte o gün içinde bir şeyler çıt eder, bir şeyler kırılır.
İşte oyuncak müzesini böyle oluşturmaya başlar. Çocukluk düşlerinin peşinden giderek. (Bu öykünün devamını “O Çılgın İnsanlar” kitabımda. İnkılap Yayınevi okuyabilirsiniz.)
Sevgili Sunay Akın,
İyi ki varsın, iyi ki düşleri gerçek kılansın!