Ege’nin ortasında bir sabah... Deniz, maviyle gümüş arasında bir sır gibi parlıyor.

Ufuk çizgisi silinmiş, gökyüzüyle deniz birbirine karışmış. Ve tam o anda, uzaktan yelkenler beliriyor. Dağlardan denize inen o tuzlu hava, insanın içini temizliyor, ruhunu yıkıyor. O rüzgâr, sadece yelkenleri değil, belleğimizi de dolduruyor. Dünden bugüne anılarla, çağrışımlarla. O zaman anlıyorum ki Bodrum Cup, bir yarış değil, bir yaşama biçimidir.
Mevsimlerden “Bodrum Cup” mevsimi. 20 Ekim’de kampanya töreniyle başladı. Müdavimi olduğum bu muhteşem olaya bu kez son iki üç gün katılabildim. Bu yazıyı yazarken de yarışlar sona ermek üzere.
Yarışın sonuçlarını spor sayfalarında bulursunuz. Bence yarışın kazananları dostluktu, dayanışmaydı, emekti, özgürlüktü (yelken açmaktan öte özgürlük var mı ki!). Ve doğayla bütünleşen her yarışmacı bence kazandı.
BİR KUŞAKTAN ÖTEKİNE
Maximiles Black The Bodrum Cup bu yıl 37. kez gerçekleşti. Teması “Nesillerce” diye belirlenmişti. Harika bir tema. Ama gelin görün ki kimi sponsorların çekilmesi, daha önce açıklanan Bodrum-Leros-Bodrum etabının vize güçlükleri nedeniyle yarıştan çıkarılması, bir de hava koşulları katılımı etkiledi.
Gelelim bu yılın temasına. Öyle ya bu kıyılar nesiller boyu nice uygarlıkları barındırmıştı. Bu dev organizasyonun onursal başkanı ve dinamosu, bu yarışları başlatan Erman Aras “Bodrum Cup”ı bir yarışmanın ötesinde, “kültürlerin, dostlukların ve tutkuların kuşaktan kuşağa aktarıldığı büyük bir deniz buluşması” diye nitelerken organizasyon komitesi başkanı Süleyman Uysal, “Sürdürülebilirlik artık yalnızca çevre için değil, değerlerimizi ve kültürümüzü geleceğe taşımak için de hayati öneme sahip. Bizler 37 yıldır Bodrum için bir değer yaratıyoruz ve bu değerin yarınlara da kalması için çalışıyoruz” diyordu.
Ne çok tanık oldum yarışa çocuklarıyla hatta torunlarıyla katılanlara. Her yaştan denizseverin aynı yelken altında buluşması, birlikteliğin ve sürekliliğin simgesi oluyordu. Bu yıl katılan 70 kadar teknede de birkaç kuşak bir arada yarışıyor. Hem zaten Bodrum’un tırhandilleri, guletleri yüzyıllardır gelişe gelişe günümüze gelmemiş miydi?... Temaya uygun olarak bu yılki yarışların kimi etabına genç sporcular da davetliydi.
DOĞANIN AZİZLİKLERİ
Bu yıl Bodrum Cup’ta doğanın da azizlikleri de vardı sanki. Yoksa isyanı mı demeli? Eee, siz doğaya bunca eziyet eder, her toprak zerresini kutu kutu betonla kaplar, ağaçları yok eder, su havzalarını kurutur, hayvanların arazilerini işgal ederseniz, elbet isyan eder doğa anamız!
Bir gün rüzgâr yoktu diye bütün o tekneler bir türlü kanatlarını açamadı, pupa yelken yol alamadı, günü beklemekle geçirdi.
Bir başka gün rüzgâr çıldırdı, dalgalar coştu, “Hortum vaaar” çığlıkları yükseldi. Yelkenler, reisler, kaptanlar, tayfalar, halatlar birbirine girdi. Sonraki günlerde kim korktu, kim kahramanca mücadele etti, hangi tekneler hortuma yakalandı, kim kenarından sıyırdı, hep o serüvenleri dinledik.
Fırtına geçtiğinde ahşap teknelerin gövdeleri aynaya döndü; mavinin binlerce tonu, beyaz yelkenler o aynada dans etti.
SINIRSIZ MAVİ
Benim için deniz, o sınırsız mavi, kâh bir tiyatro sahnesi kâh bir senfoni gibiydi. Kaptanlar, tayfalar, genç gönüllüler, her biri kendi rolünde ama ortak bir ritimde. Sonra rüzgâr yaylı sazlara, dalgalar vurmalı çalgılara, kuşların sesi nefeslilere dönüştü. Arada solo yapan martılar da vardı.
Benim solo ve “star” teknem Bodrum Cup ile birlikte doğan STS Bodrum Okul Gemisi’ydi. Cumhuriyetin ilk okul gemisi, daha geçen haziran Fransa’da Nice Limanı’nda Birleşmiş Milletler Okyanus Konferansı’nın en dikkat çeken teknelerinden biriydi. Ve Bodrum’un değerlerini Akdeniz limanlarına taşımıştı.
Birazdan güneş batacak. Deniz bakır rengine dönüşecek. Bu yazıyı bitirip kapanış ödül törenine, Gaye Su Akyol konserine yetişmeliyim. Ama önce bu olayı mümkün kılan Türkiye İş Bankası Maximiles Black, Opet, Anadolu Sigorta, Yalıkavak Marina, Four Seasons Hotels İstanbul; İş Yatırım, Setur, Ağanlar Tersanesi, Manzara Butik Otel gibi sponsorlara teşekkür etmeliyim.
Bodrum Cup’ın en güzel yanı, yarıştan çok birliktelik duygusu yaratması. Bu birliktelikte rüzgârın yönü değişse de insan yüreği, doğaya uyumla, umutla, dostlukla, dayanışmayla birlikte yoluna devam eder. Öyleyse kuşaktan kuşağa ileri diyelim.