“Sömürü bir bütündür. Bütün insan değerlerinin sömürülmesiyle, doğa değerlerinin hoyratça sömürülmesi bir arada gidiyor. Türkiye toprakları yıkıma uğratılıyor, hopur ediliyor. Biz Türkiye üstünde mirasyedileriz. Yıkımımızdan Türkiye’nin hiçbir insanı ve doğa değeri kurtulamıyor.”
Bu sözler Yaşar Kemal’in. Doğa katliamları ve bu katliamlara karşı mücadele arttıkça onun çabalarını, sözlerini, romanlarını düşünmeden edemiyorum.
26 Eylül Dil Devrimi’nin 93. yıldönümü. Bu yıl Yaşar Kemal’e adanan Dil Bayramı’nı Ankara’da Dil Derneği’yle Çankaya Belediyesi ortak etkinliği olan bir sempozyumla kutlayacağız. Herkesi bekleriz. Ankara dönüşü bu etkinliği sizlerle nasılsa paylaşacağım. Ama önce...
‘SÖMÜRÜ BİR BÜTÜNDÜR’
İstanbul Bienali’ni ve paralel sergileri dolaşırken Galerist’te Elif Uras’ın “Ellerinde Toprak” başlıklı sergisine girdim. Ve çarpıldım. Eserden esere ilerlerken, resim ve heykel sanatı arasında gidip gelen seramik figürler, tabletler, panolar, rölyefler arasında dolaşırken bir de baktım, o tümce gelmiş yüreğime saplanmış.
Yaşar Kemal’in dediği gibi “Sömürü bir bütündür”. Kadını, kadın emeğini sömüren zihniyetle, doğayı, ağacı, ormanı, suları, denizleri sömüren, bir gram altın için binlerce ağacı ve en verimli toprakları katleden zihniyet bir bütündür.
Bunlar benim çağrışımlarım. Çok katmanlı, çok yönlü, anlatımı ve ifade biçimi çok geniş alanlara yayılan sergiyi gidin görün. Bilin ki sanatçı olmadan önce, usta gazeteci ekonomi yazarı Güngör Uras’ın kızı ekonomi ve hukuk eğitimi almıştı! O çini ve seramiklerde ağaca sarılmış kadın figürlerini görünce Elif Uras’ın ileri görüşüne hayran kaldım.
İZNİK-NEW YORK HATTINDA
Elif Uras’ı yıllardır izliyorum. Kendini çoktan kanıtlamış, eserleri, New York Metropolitan Müzesi ve Londra Victoria&Albert Müzesi, İstanbul Modern’in daimi koleksiyonlarına girmiş bir sanatçımız.
Feminist, araştırmacı, yenilikçi ve risk almaktan korkmuyor. Çini sanatımızın merkezi İznik ile New York ve İstanbul arasında yaşıyor. Sürekli araştırıyor ve sadece kendisiyle yarışıyor.
Bu sergide neredeyse dev heykellere dönüşen kadın bedeni figürlerinde, Batı teknikleriyle Doğu esintilerini harmanlıyor. Ama hem içerik hem ifade biçimi olarak bence tüm eserlerine en çok egemen olan, Anadolu ve kadın.
Anadolu yani neolitik kil figürlerinden, Yunan, Roma, Bizans, Hitit, Selçuk, Osmanlı mirasından etkiler, renkler, sesler... Kadının ev içindeki emeğinden (çamaşır, ütü, bulaşık, çocuk, yemek) dokumacılık, çömlekçilik ve tüm zanaatlara uzanan yaratıcılığı, yeteneği, birikimi, doğurganlığı... Bu ataerkil düzende kadın dayanışması, başkaldırışı, tepki gösterişi de...
Hepsi o heykellerde, o çinilerde, o bedenlerde... Geçmişle gelecek arasında; figüratifle soyutlama; baskıyla direniş; geleneğe uyumla meydan okuma arasında; kültürle sosyoekonomi arasında gidip geliyoruz. Bu eleştirel ve sorgulayıcı ama ayni zamanda estetik bütünlüğe sahip sergide teknik açıklamaları sergi bilgilendirme notlarında bulursunuz. Kale Tasarım ve Sanat Merkezi sponsorluğundaki sergi 8 Kasım’a dek sürüyor.
BİENAL İPUÇLARI
Bienal sergileri ve paralel sergiler için çoğu yazıda “Hepsi birbirine çok yakın, bir çırpıda şunları şunları görün” deniyor. Amman sakın ha!
Malum: Bienal etkinlikleri “Ben hepsini gördüm” demek için izlenmez. Bienalin öyle yoğun bir içeriği var ki hiçbir şeyi bir çırpıda sakın görmeyin! Tam tersine. Sindire sindire, soluklanarak, tadını çıkara çıkara gezin. Tartıştıkça, paylaştıkça daha çok tat alacaksınız.
Kimi mekânları saatlerce gezin. (Ör: Galata Rum Okulu, Zihni Han) bienal dışı olsa da Pera Müzesi’ndeki “Ortak Duygular”ı sakın kaçırmayın. Her mekândan sonra soluklanın.
Bienalin tüm sergilerinde, her sanatçının amacı ve ne yaptığı özlü biçimde açıklanıyor. Onları okumak, kavramsal sanata daha çok anlam yüklemenize yol açar.
Kimi mekânda dünyada ve burada, şimdi ve her zaman yaşanan vahşetle ürperdim: İç savaşlar; doğanın, insanın, hayvanların; tüm değerlerin katledilmesi... Kimi olasılıklarla büyülendim.
Bienal direktörü Kevser Güler’in deyişiyle “güncel sanatsal, politik ve toplumsal aciliyetler bağlamında yaşamı savunmanın, direnç stratejileri geliştirmenin, birbirimizi ve kendimizi koruma ve kollama sorumluluğunu almanın” binlerce yüzüyle karşılaştım. Kâh içim çok acıdı, kâh gülümsedim. Ama en çok yaşamı savunmak için mücadeleye devam dedim!