O, Nermin Abadan Unat. Neden mi ona minnet borcumuz var? Başta kadın hakları, insan hakları olmak üzere hukuktan siyasete, iletişimden bilim insanlığına ve kadın olmaya uzanan; yaşamın her alanında örnek oluşturduğu için... Öncü olduğu için... Emeğini savunduğu ilkeler ve insanlık uğrana cömertçe sunduğu için... Birkaç kuşağın rol modeli olduğu için dik ve onurlu duruşundan asla ödün vermediği için...
O bir profesör, bir bilim kadını. Ama aynı zamanda nasıl da “feminin” bir kadın... Dudağında kırmızı ruju, bana sorarsanız haksızlıklar karşısındaki isyanını simgeliyor. Her zaman mücadele etme azmini! Sanki bir isyan bayrağı. Üzerinde taşıdığı renkler de öyle. Karanlığa geçit vermeyeceğini ilan ediyor! Evet, o yaşı kaç olursa olsun hep ilerici aydın, hep feminin, hep feminist! İflah olmaz bir devrimci, bir öncü.
Tüm karşıdevrim çabalarına, gericiliğe, cehalete, haksızlığa, karanlık adımlara karşı çıkmaktan asla vazgeçmedi. Çünkü o, Atatürk ve Cumhuriyetin devrim ilkelerine sevdalı bir demokrasi tutkunu. Laiklik, eşitlik, bağımsızlık, adalet, hakkaniyet olmadan demokrasi olamayacağı bilincini hepimize öğretenlerin öncüsü.
BENİMLE STRASBOURG’A GELİYORSUN
Ne mutlu bana ki onu, mesleğe başladığım ilk yıllarda tanıma şansım oldu. Beni bağrına basması, annemin çocukluk arkadaşı olması nedeniyleydi.
1970’lerin ikinci yarısındaydı. Bir gün bana “Benimle Strasbourg’a gelir misin?” dedi ve hemen “Sormuyorum. Benimle Strasburg’a geliyorsun” diye düzeltti: “Avrupa Konseyi’nde kadın erkek eşitlik komisyonu kuracağız” demesiyle kendimi onun peşinden koşarken buldum. Bir daha da vazgeçmedim.
Hiç unutmuyorum. Toplantı salonuna girerken çevresine ışık saçıyordu. Mükemmel İngilizce, Fransızca, Almancasıyla her konuşması alkışlarla karşılanıyor, kimse çevresinden ayrılmak istemiyordu.
14 yaşında ülkesini terk edip Türkçe bile bilmezken tek başına Türkiye’ye gelip Atatürk’ün Aydınlanmacı felsefesiyle tüm zorlukları, olumsuzlukları aşan, olmazları olur kılan kız çocuğu, şimdi Avrupa’ya ders veriyordu.
MÜCADELECİ RUHU
Ben o günden bu yana hocaların hocası Nermin Hoca’nın o aynı ışığı çevresine nasıl saçtığını defalarca gördüm. Öğrencileri, ışığa koşan pervaneler gibiydi çevresinde.
Öğretmeyi seviyordu. “Çünkü öğretirken kendim de öğreniyorum” diyordu. (Bunu hiç ama hiç unutmadım Nermin Hoca. Bana müthiş bir ders oldu.)
Aynı ışığı Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektöre karşı protestolara katıldığında da gördüm. 100 yaşındaki profesör, bastonuna dayanmış, üstünde cüppesi, sırtını rektörlük binasına dönmüş o dimdik duruşuyla her tür baskıya, liyakatsizliğe, hakkaniyetsizliğe, otoriteye meydan okuyordu. Onun o dik duruşu hiç ama hiç gitmeyecek gözümün önünden.
O ışığı 8 Mart gece yürüyüşlerinde aramıza katılışında gördüm. “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” kampanyalarında başı çekerken gördüm. İzmir’de Ege Kadın Buluşması Platformu ve İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği’nin katkılarıyla Çiğli‘de onun adına açılan kadın yaşam merkezinde yağmur altında konuşmasını yaparken gördüm. Adını taşıyan Konak-Kadifekale’de “Kadın Kütüphanesi”nde tekerlekli sandalyesinde gelip dimdik ayakta konuşurken gördüm.
O ışığı İstanbul’da onun 100. yaşını kutladığımızda, bir isyan bayrağına dönüştüğünde gördüm. Ankara Uçan Süpürge Ödül törenlerinde birbirimizi kucaklayarak mücadeleye devam sözü verdiğimizde gördüm.
O ışığı binlerce insan arasından sıyrılıp Saraçhane’de Ekrem başkana destek verirken gördüm.
İyi ki varsınız Nermin Hoca! Işığınız hiç sönmeyecek. Yaşantınızla, eserlerinizle, öğretilerinizle, öğrencilerinizle aydınlığınızı genç kuşaklara aktarmayı hep sürdüreceksiniz.
NOT: 42. Tüyap Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nda, PEN olarak yarın (14 Aralık Pazartesi) saat 18.00’de Karadeniz Salonu’nda bir söyleşimiz var. Konumuz: Hayatı Algılamada Edebiyatın Rolü. Konuşmacılarımız Ayşe Kulin, Halil İbrahim Özcan, Haydar Ergülen. Söyleşiyi ben yönetiyorum. Hepiniz davetlisiniz.