Sabah 6.30’da kapı tekmeleniyor. Jandarma içeri dalıyor. 19 ünlü isim, İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından düzenlenen bir operasyonla evlerinden, yatak odalarından çıkarılıp jandarma komutanlığına götürülüyor.Haberi gördüğümde “jandarma” sözcüğüne takıldım kaldım. Benim Anadolu’yu karış karış dolaştığım 70’ler, 80’ler, 90’larda jandarma dediğin, il ve ilçe belediye sınırları dışında kalan, polis teşkilatı bulunmayan yerlerde görev yapardı. Sadece güvenliği sağlamakla kalmaz, kırsal yörelerde benim gibi çaylak gazetecilere, yol yapımında çalışan işçilere, hastalara yardım eli uzatmaktan geri kalmazlardı. Hatta birlikte “Jandarma biiiiz sosyalistiiiz/ Eliniii uzat bana” diye birlikte şarkı söylemişliğimiz bile vardır.
İstanbul’un göbeğinde jandarmanın işi ne diyecek oldum. Açıkladılar 15 Temmuz’dan sonra meğer olağanüstü hal kapsamında, kanun hükmünde kararname ile jandarma, tamamen İçişleri Bakanlığı’na bağlanmış. Şimdi jandarma demek, “İçişleri Bakanlığı polisi” demekmiş.
BU MUDUR GAZETECİLİK?
Sonrasını hepiniz biliyorsunuz: Okudunuz, ezberlediniz, izlediniz. Kan ve saç örnekleri alındıktan sonra 14 saat sonra bırakıldılar. 19 kişinin adları sanları, görüntüleri, bin bir halleri, mahrem durumları tüm televizyon kanalları ve gazetelerde defalarca gösterildi. Her biri, daha “şüpheli” ya da “sanık” olmadan birilerinin bir emriyle afişe edildi!
Soruyorum: Bu mudur gazetecilik? Bu mudur habercilik? Somut delil yok, kanıt yok, gözaltı yok ama sansasyon bol, lekeleme serbest!
Onların çoğu muhalifti. Onlardan biri yeni doğmuş bebeğine süt verebilmek için süt pompası istedi. Onların hepsi “Telefonla çağırsalar gelirdik” dedi.
Katiller, hırsızlar, gerçek suçlular, kadınları katledenler, çocuk tecavüzcüleri, ırza geçenler böylesine afişe edilmedi bugüne kadar.
Tamam: Uyuşturucu korkunç, uyuşturucu çocuklarımızı zehirliyor. Madde bağımlılığı yaşı düşüyor. Çocuklar bu yüzden ölüyor, hapse düşüyor. Elbet bu bataklık kurutulmalı. Amma...
Ülkem, artık dünyada uyuşturucu baronlarının fink attığı yer diye tanınırken, uyuşturucu parasının en kolay aklandığı ülke Türkiye diye bilinirken, uyuşturucu trafiğini yönetenleri Türk vatandaşı yaptığımız rivayetleri ortalıkta kol gezerken, Meclis’te uyuşturucu komisyonunun kurulması AKP ve MHP oybirliğiyle engellenirken... Neymiş efendim? Sanatçılar, gençleri uyuşturucuya özendirebilirmişmiş. Külahıma anlatın!
BİFO İLE HASRET GİDERMEK
Artık yazımın jandarmasız, sansürsüz, baskısız, tehditsiz keyifli kısmına geçebilirim.
Üç akşam önce Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) ile hasret giderdik. Ülkemin en harika orkestralarından biri. Mevsimi bomba gibi bir konserle açmakla kalmadı, 2025-26’nın programını da açıklayarak, çıtayı ne denli yükselttiğini de belirtmiş oldu.
Önce şunu vurgulamalıyım: BİFO konserlerin Zorlu’dan Lütfi Kırdar Konser Salonu’na geçmesi, yıl boyu konserlerin burada Asım Kocabıyık Anadolu Oditoryumu’nda devam edecek olması dinleyicileri çok mutlu etti. Akustik açısından doğru seçim!
Orkestra, 2025-2026 sezonunu Carlo Tenan yönetiminde, Kabalevski’nin sürprizli bir uvertürü ve piyanist Ilya Maximov’un yorumladığı Şostakoviç’in başyapıtlarından 2 no’lu piyano konçertosuyla açtı. Dinleyici, genç piyanisti (d. 1987) öyle sevdi ki kolay kolay bırakmadı ve Maximov, Rus repertuvarının sevilen parçalarıyla istekleri karşıladı. Sonra Haydn 100. Senfoni ve bir dünya prömiyeri. BİFO’nun İtalyan besteci Paolo Marzocchi’ye ısmarladığı “Beş İşkodra Şarkısı”nı dinledik. İlginç bir besteydi. Balkan esintilerine bolca yer verilmişti. Hatta bence biraz fazlaca yer vermişti. Günümüz bestecilerinin işi çok zor. Düşünsenize kimlerle rekabet ediyorlar.
Konserde besteci Paolo Marzocchi de hazır bulundu. Sahnede heyecanını ve mutluluğunu gizlemeye çalışmadı. Besteci mutlu, şef mutlu, orkestra elemanları mutlu, dinleyici mutlu... Bundan güzel hasret gidermek mi olur! Mevsimin heyecan veren programını açıklamaya yerim kalmadı. Nasılsa müzik mevsimi sonsuza dek sürüyor. Ancak şunu da vurgulamalıyım: Konser boyunca gözlerim, kulaklarım ve de ruhum orkestra arasında Bülent Evcil, Çağ Erçağ ve Sezai Kocabıyık gibi ustaları aramadı değil.
Devamı başka bir yazıya...