O da kızını öptü ve gitti

O da kızını öptü ve gitti

23.03.2024 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

Leonardo da Vinci, “İnsan bir şeyi anladıktan sonra ancak nefret ya da sevgi duyabilir” diyor. Bizim ülkemizde aydınları öldüren tetikçiler için “anlama” evresine geçiş bir hayli sorunlu. Üstelik gerçek anlamıyla aydınların hayata bakışlarını çözmüş olsalardı, namluyu öncelikle emri verene doğrultacaklarına eminim. Bu varsayımın bizi hiçbir yere götürmeyeceğinin ayrımındayım. Ama yitirdiğimiz aydınlara dair her sorgulama, ölenin öldüğüyle kaldığı bir düzende çok özel bir sözcüğe kapı aralıyor: İsyan. Ve bu sözcük kendi anlamı dışına çıkarak aynı zamanda bir bellek tazelemeye dönüşüyor.

Ülkemizde öldürülen ilk savcımız Doğan Özü toprağa vereli yarın kırk altı yıl olacak. Dile kolay. Yarım asırlık bir zaman diliminden söz açıyoruz. Ne acı ki bu kadar uzun bir dönemden sonra, hâlâ sorgulamayı yalnızca yitirdiklerimiz üstünden yapıyoruz. Oysa cinayete kurban giden yakınları daha geniş bir fotoğrafı ve etkin mücadele alanını oluşturuyor. Yaşamlarını bozuk para gibi harcamaktan bir an için bile çekinmeyen, her şeye rağmen iyi evlatlar yetiştirmek adına çırpınan, dava dosyaları arasından ısrarla adalete ulaşmak için uykusuz geceler geçiren, mahkeme salonlarının acısıyla sokakları arşınlayan kadınlar var. Ve onların dişiyle tırnağıyla hayatı sorgulama mücadelelerine tanık etme noktasında fazlasıyla geride duruyoruz. Doğan Öz gibi bir hukukçu olan ve onun izini süren Orhan Gazi Ertekin ise bu döngüyü kırmak adına dev bir adım atmış; Doğan Öz cinayetinin anatomisini Sezen Öz üzerinden çözme kararlılığına ulaşmış. “O da Kızını Öptü ve Gitti- Türkiye’nin Cinayet Endüstrisi” kitabında, özellikle “cinayet endüstrisi” tanımını kullanmaktan çekinmiyor. Ve fazlasıyla katıldığım, “Türkiye çeşitli tarihsel uğraklar içinde siyasi cinayetlerle karşı karşıya kalmıştır. 1970-80 yılları arası, 1990-95 yılları arası en göze çarpan ‘cinayet festivali’ yıllarıdır diyor. Kitap Sezen Öz’le yapılan uzun söyleşiden sonra yine Ertekin’in pek çok siyasi cinayetler sonrasına geride kalan kadınlara yakıştırdığı “Antigone’nin Kızkardeşleri” tanımına ulaşıyor. 

Şunu hemen eklemekte fayda var: Savcı Doğan Öz, ölümünden hemen önce devlet içinde derin bir yapılanma olduğunu belirten bir kontrgerilla raporu kaleme almış, dönemin başbakanı Ecevite iletmişti. Rapor, Hedef saptırılarak sıkıyönetimi çağırma, seçimle, olmazsa darbeyle iktidar olma, demokratik yaşama biçimini yok ederek halkı sömürmeyi tek seçenek durumuna getirme çalışmasıdır yapılan. Durum bütün açıklığı ve acılığıyla sunulur diye bitiyordu. Sadece Doğan Öz değil, dönemin Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul da böyle bir yapılanmanın kanıtlarına ulaşmış Bülent Ecevit’le görüşmüştü. Hatta eşi Ülker’e, Artık ölsem de gam yemem” demişti. Ne yazık ki Cevat Yurdakul’un kaderi de Doğan Öz’e benzedi. Üstelik o gün Bülent Ecevit’le ne konuştuğu bir sır olarak kaldı. Çalışma odasındaki belgelerine de karanlık odaklar tarafından el konuldu. Bütün bunlara tanık olanlar ise birinci derece yakınlarıydı, yani eşleriydi. Her biri göz göre göre gelen eşlerinin ölümü sonrasında da onlardan miras kalan düşünsel anlayışı tekrar etmek için direndiler. Ama yalnızca birer mazlum olarak baktı toplum onlara... Bu yüzden isyan eden bu kadınların çaresizlikleri kaldı geride. Uyarılarının ve geleceğe dair öngörülerinin mitolojik kahraman Kassandra gibi dinlenmemesine, es geçilmesine fazlasıyla alışkınlar.

Evet, geçen zaman içinde her biri adalet mücadelesini vermek, kocasının unutturulmasına karşı koymak, toplumsal sahipsizliğe direnmek ve evlatlarını onca sıkıntıya rağmen çelikten bir sinirle yetiştirmek üzerine kurulu bir ömüre baş eğmek zorunda “Antigone’nin Kızkardeşleri”... Dahası da var, kitapta yazdığım bölümü şuracığa da iliştireyim: “Gençlikleri ve güzellikleri başa bela olabilir mesela. Büyük bir ahlakçılıkla perde gerisinde olayları takip edenler olanca fesatlıklarıyla onları kapana kıstırabilir. Avukatıyla konuşmasından, iş arkadaşıyla dertleşmesinden, komşusuyla selamlaşmasından derin manalar çıkarabilir, bir dedikodu kazanına atabilir. Bu arada yeniden yuva kurmayı geçtim yeni bir aşka yelken açma şansı bile verilmez onlara. Toplumsal ve tabusal huzurumuz açısından başını sokakta eğerek yürümesi, perdeleri sonuna kadar çekili evinde karanlıkta yaşaması, kendi meslekleğini yaparken büyük sorumlulukların peşinden gitmemesi, makyaj yapmaması, giyiminde kuşamında yasını hatırlatacak özeni koruması, anlayacağınız, canlı bir cenaze olarak hayatımızdan geçip gitmeleri beklenir. Öyle ya... onlar taziyesini ölümlerine kadar koruyacak kadınlardır. Siyah elbiselerini üzerlerinden ancak beyaz kefeni giyecekleri zaman çıkartmak mecburiyetindedirler. Sistem, her ölüm yıldönümünde gazete yahut dergi köşelerinde onlardan kocalarının hangi yemeği sevip sevmediğini anlatmalarını,  iyi bir ‘eş’ ve iyi bir ‘baba’ olarak aile yaşamalarından uzun uzun dem vurmalarını, mümkünse cinayet gününü tekrar tekrar yaşamalarını ister. Ancak mesela kontrgerilla raporu üzerinden bir değerlendirme yapmaları pek de kabul görülmez. Çünkü kocası öldürülmüş bir kadının aynı zamanda entelektüel kimliğini öne almasından hoşnut olmayacak bir insan topluluğu vardır karşımızda. Üstelik bu kimi karanlık yüzleri kızdıracaktır.”

“O da Kızını Öptü ve Gitti”, böylesine bir mercekle kadını inceleyen toplumsal tabuların ortasında, yalnızca bir kaybın yasını tutanları değil, aynı zamanda ısrarla bu ülkeyi mümkün olarak görenlerin savunusuna dönüşüyor. Tanıklıklar bölümü, Türkan Elçi, Fethiye Çetin ve Bengi Heval Özle harmanlanıyor. Böylece Doğan Öz kendinden sonra yaşananlarla gelip başucumuza oturuyor.

Yazarın Son Yazıları

Kapitalizmin laneti futbolda şike...

Sam Shepard’ın yazdığı “Aç Sınıfın Laneti” vahşi Amerikan rüyasının çöküşünü bir çiftlikte yaşayan dört kişilik ailenin hikâyesi üzerinden anlatır bize.

Devamını Oku
06.12.2025
Erhan Gökgücü Ödülleri

Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında aklımda ellenmeden duran bir bölüm vardır.

Devamını Oku
29.11.2025
Çocuk Mezarlığı

Geçtiğimiz hafta Urfa’da marangoz atölyesinde çalışan bir çocuk işçi cezalandırılmak maksadıyla önce soyuldu.

Devamını Oku
22.11.2025
Evler...

Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de...

Devamını Oku
15.11.2025
Bizi Öldürdükleri Yer: İlhan Erdost Mezarlığı

12 Mart’ın hemen sonrası.

Devamını Oku
08.11.2025
Otel odalarında…

Otel odalarında…

Devamını Oku
01.11.2025
Bir Davanın Düşündürdükleri: Toplumsal Cinayet

Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, dünyanın en güzel adalarından birinde geçer: Mercan.

Devamını Oku
25.10.2025
Kitabın onurunu korumak

D.H. Lawrance “Kitaplar” adlı denemesinde, “Bir kitap iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. Yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer...” diyor.

Devamını Oku
18.10.2025
Okan Toygar’la Ataol Behramoğlu söyleşisi: ‘Hayatımız Güzeldir’

Yıl: 1983. Tren iki saat kadar rötar yaptığı Kapıkule’den ayrılmak üzere.

Devamını Oku
11.10.2025
Bir kadının hikâyesi

Kardeşim Zeynep Altıok’la birlikte geçtiğimiz haziran ayında Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Asım Bezirci üzerine bir panel gerçekleştirmiştik; şimdi de Bezirci için o panelden yola çıkarak hazırlayacağımız bir kitap çalışması için kolları sıvadık.

Devamını Oku
04.10.2025
Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda Yaşar Kemal

“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır...

Devamını Oku
27.09.2025
Çizgi roman denilince...

90’lı yıllarda Ankara’da bir üniversite öğrencisiyken ders çıkışı sınıf arkadaşımla sahafları dolaşırdık.

Devamını Oku
20.09.2025
Hangi 12 Eylül?

Yıllar önce okumuştum Yiğit Bener’in yazdığı “Eksik Taşlar” romanını.

Devamını Oku
13.09.2025
Kültürün demokratikleşmesi için festivallerin yaygınlaşması

Son yıllarda “kültür politikası” üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek.

Devamını Oku
06.09.2025
Yanı başımızda oluşan nefret dili

Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız.

Devamını Oku
30.08.2025
İki deprem: Sındırgı depremi ile siyaset depremi

“Hadi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,/ Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları...”

Devamını Oku
16.08.2025
Gazze’de katliam, dünyada ikiyüzlülük

Geçtiğimiz günlerde son on beş yıldır Gazze’ye gönüllü olarak giden İngiliz doktor Nick Maynard’ın İsrail’de devam eden gaddarlığı anlattığı haberler yansıdı basına.

Devamını Oku
02.08.2025
Adalet terazisi

Paris’te bir sonbahar günüydü...

Devamını Oku
26.07.2025
Attila Jozsef dosyası

“Notos” dergi bu ayki sayısında Sevgican Yağcı Aksel’in hazırladığı Attila Jozsef dosyasıyla okurla buluşuyor.

Devamını Oku
19.07.2025
Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Devamını Oku
12.07.2025
Bir yangının külü...

Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner...

Devamını Oku
05.07.2025
Bilimden yana edebiyata doğru

Bizlerin yaşam döngüsü tam otuz iki yıldır ortaçağ karanlığı olarak nitelendirdiğimiz Sivas katliamının yaşandığı o kara günde saklı...

Devamını Oku
28.06.2025
Nükleer savaş dersleri

Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye.

Devamını Oku
21.06.2025
Siz Nihat Genç deyin ben abi…

Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını “birleşme” olarak yorumlar...

Devamını Oku
14.06.2025
Cezaevi kapısında...

Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok!

Devamını Oku
07.06.2025
Sarıyer Edebiyat Günleri

Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri”nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar’la birlikte konuşmacıydım.

Devamını Oku
31.05.2025
Bir Aydınlanmacı: Refik Ahmet Sevengil

Elimde uzun süredir Cemal Ünlü’nün kaleme aldığı “Söylemenin Vakti Var: Bir Yirminci Yüzyıl Bilgesi: Refik Ahmet Sevengil” kitabı var.

Devamını Oku
24.05.2025
İç sıkıntısı

Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar.

Devamını Oku
17.05.2025
Dün, bugün, yarın

Dün, bugün, yarın

Devamını Oku
10.05.2025
Bir ‘örgü’ meselesi

Bir ‘örgü’ meselesi

Devamını Oku
03.05.2025
Yazarın masası

Yazarın masası

Devamını Oku
26.04.2025
Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Devamını Oku
19.04.2025
İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

Devamını Oku
12.04.2025
‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

Devamını Oku
05.04.2025
Hüzünlü bir tiyatro günü

Hüzünlü bir tiyatro günü

Devamını Oku
29.03.2025
Onur mücadelesi

Onur mücadelesi

Devamını Oku
22.03.2025
Başka bir sağlık sistemi mümkün

Başka bir sağlık sistemi mümkün

Devamını Oku
15.03.2025
‘Kadınlar da Vardır’

‘Kadınlar da Vardır’

Devamını Oku
08.03.2025
İç dökümü

İç dökümü

Devamını Oku
01.03.2025
Kral Çıplak

Kral Çıplak

Devamını Oku
22.02.2025