“Bu gözlemler yedinci yüzyıla aittir. Bundan sonra Çin’de büyük siyasal karışıklıkların ortaya çıkması sonucunda, Çin tarihçileri Doğu Türkistan’da olup bitene ilgi göstermemiş olsa gerek ki, sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllara ait Çin kaynaklarında Doğu Türkistan Türkleri hakkında kayıtlar azalıyor. Bu eksikliği, Arap yazarları tarafından yazılmış eserlerle doldurmak mümkün oluyor. Dokuzuncu yüzyıl İslam yazarlarından İbn Hurdazbih (Hordadbeh/ Khordadhbeh, 830-913) Kitabül-Mesalik vel-Memalik (Yollar ve Ülkeler Kitabı) adlı eserinde Doğu Türkistan’da kurulan Dokuz Oğuz devleti konusunda bize şu bilgileri veriyor: Halkı Türk ırkına mensuptur. Bir bölümü Manes (Manikeizm) mezhebine, bir bölümü de Zerdüşt dinine bağlıdır. (...) Bu Dokuz Oğuz ülkesi, Türklerin yerleşmiş olduğu toprakların en büyüğü, en geniş olanıdır.”
Onuncu yüzyılın sonlarında (981) Dokuz Oğuz hanlarından Arslan Han’a elçi sıfatıyla gitmiş olan Çinli Uang Yen-te de Türk devletinde Budistlerin serbest yaşadığından, Dokuz Oğuz ülkesinde 500 kadar Buda mabedi bulunduğundan söz ediyor ve aynı zamanda Buda dininin Türklerin sanayi ve ekonomi alanındaki etkinliklerine engel olmamış olduğunu ifade ediyor.
Bu noktada önemli bir soru akla geliyor: Yabancı dinlerin Türkler arasında yayılmasından sonra o alanda Şamanizm büsbütün kayboluyor muydu? Yoksa milli din yeni dinlerle birlikte yaşıyor muydu? Bu soruya kesin bir yanıt verebilecek durumda değiliz, fakat bazı ipuçlarından yabancı dinlerin yayılmasından sonra da halk içinde Şamanizmin yaşamış olduğu yargısına varabiliriz. Örneğin, Doğu Türkistan’da İslamiyetin yayılmasından 100 yıl kadar bir süre geçtikten sonra, 1069’da yazılmış olan Kutadgu Bilik’te bile kamların halkın yaşamında rolü olduğunu gösteren kayıtlar vardır.
Ancak kamların rolü, yalnızca başvuranlara dini tören ve hekimlik yapmaktan ibaretti. Türk hanlarının dinlere karşı çok hoşgörülü oldukları gibi, kamların da devlet işlerine karışmaktan çekindikleri anlaşılıyor.
Din alanında hoşgörü, Doğu Türkistan Türklerine özgü sanılmasın. Doğu Avrupa’da kurulmuş olan Hazar devletinde bir zaman hanlar ile beylerin bir kısmı Yahudi dinini kabul etmişlerdi. Buna rağmen halk, dinini seçmekte özgür bırakılmıştı. Halkın bir kısmı Müslüman, bir kısmı Hıristiyan, bir kısmı da kuşkusuz eski Türk dinindendi. Hazar hanları farklı dinleri temsil eden ulemayı çağırıp onların dini konular üzerinde tartışmalarını dinlerlerdi.
Kökenleri bakımından Moğol oldukları halde Türk hanı sıfatıyla hareket eden ve devletlerini Türk yasalarına göre yöneten Moğol hanlarının, dinlere karşı gayet hoşgörülü davrandıkları ve hiçbir dinin mensubunu takip etmedikleri bilinmektedir. Cengiz Han’ın (11621227, hüküm süresi 1206-1227) vezirleri arasında Müslüman Mahmut Yalvaç bulunduğu gibi, Çin’in dini geleneklerine çok sadık Yelü Çutsay da vardı. Cengiz Han türlü din adamlarına karşı saygı gösterdiği halde, devlet işlerine karışan kamlara karşı da amansızdı.
Mengü Han ve Sartak Han’ın bütün Hıristiyanlara ve Yahudilere karşı hoşgörülü, din adamlarına karşı da saygılı davranışını, Moğol devletine seyahat etmiş olan Katolik rahip Rubruk (Rubrouck) bile gizlemiyor. Cengiz’in torunu Çin imparatoru Kubilay Han’ın (1215-1294, hüküm süresi 1260-1294) Müslüman, Budist ve Hıristiyan Nesturi din adamlarının hepsine karşı aynı derecede saygı gösterdiği ünlüdür. Kubilay Han da çeşitli dinlere bağlı ulemayı çağırıp onların dini konular üzerinde tartışmalarını dinlemeyi severdi.
Bütün bu gözlemler, İslamiyetten önce Türk devletlerinde tam anlamıyla vicdan ve din özgürlüğünün var olmuş, Türklerin millli dini olan Şamanizmden başka birçok diğer dinin de aralarında serbestçe yayılmış ve din ile devlet arasındaki ilişkinin karşılıklı saygı mahiyetini almış olduğunu; hanların kendilerini, bazen Tanrı’nın özel himayesine erişmiş saydıkları halde, dini reis olarak görmediklerini ve hiçbir zaman dini reis sıfatını taşımadıklarını kanıtlamaya yeterli olsa gerektir.
Bütün bu bilgilerden çıkan gerçek şudur: İslamiyetin yayılmasından önce, eski Türk devletleri kesinlikle teokratik değildi.]
***
Üstad Sadri Maksudi Arsal’ın yayımlanan iki yazısından sonra Araplaşmak için İslamcıların kuyruğıuna takılanlara (iktidar dahil olma üzere) “Yaradan ıslah etsin!”den başka ne söylenebilir?