Zeynep Oral
Zeynep Oral zeynep@zeyneporal.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Tiyatro yalan söylemez

03 Aralık 2023 Pazar

Evet, dünyada da ülkemizde de rezillik, ahlaksızlık, şiddet ve savaş sarmalında boğuşuyoruz. Ama buna karşın  mucizeler de gerçekleşebiliyor. Bursa’nın Nilüfer Belediyesi nicedir kültürel ve sanatsal etkinliklerle yaratıcılığı körüklüyor, geleceğe yatırım yapıyor. Murat Daltaban’ın genel sanat yönetmenliğini sürdürdüğü Nilüfer Kent Tiyatrosu (NKT) “1984” oyunuyla, 2023 yılının neredeyse tüm tiyatro ödüllerini topladı. Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin “yılın oyunu” ödülünü, Afife Tiyatro Ödülleri’nde ise “yılın en başarılı yönetmeni, oyunu, sahne tasarımı, ışık tasarımı” ödüllerini aldı. Kasımda İstanbul’daydılar. 

1984 DÜN MÜYDÜ YARIN MI?

George Orwell’ın alegorik ve politik bilimkurgu romanından Robert Icke ile Duncan Macmillan’ın uyarladığı oyunu, bundan önce de defalarca izlemiştim. 

Totaliter tüm rejimleri, tek adam sistemini hedef alan, düşüncenin ve aşk dahil tüm duyguların yasaklandığı, cehaletin saygınlaştırıldığı, savaşın yüceltildiği, düşmanın bir günden yarına değiştiği, Büyük Birader’in herkesi izlediği, “tehlikeli” bulduklarını yok ettiği ya da bedel ödettiği bir toplum düzeni anlatılır. Bizimle hiç ilgisi yok, olaylar Okyanusya diye bir ülkede geçer! 

Sık karşılaştığım sorudur: Eserin adı neden 1984? Vallahi bu da bizimle, 12 Eylül darbesiyle ilgili değil! Bu adı yazar değil, yayıncısı koymuş. Eser 2. Dünya Savaşı sonrasında 1948’de yazıldı, 1949’da yayımlandı. Çok ileride bir tarih olarak, yazılış yılının tersi seçilmiş... 

Bugüne dek yurtiçinde de yurtdışında da izlediklerime hiç benzemeyen, çok farklı bir “1984” izledim. Bu kez izlediğim hakikatti. Bu hakikat, içinde yaşadığımız dünyaydı. Bu hakikat, bana 1984 dün müydü, yoksa yarın mı sorusunu sorduruyordu. Galiba bugündü. Akıllarından geçenler için, kurdukları hayaller için, söyledikleri söz, yazdıkları bir tümce için hapislerde yatanları düşünün...

(1984)

SAHNEDE BİR DÜNYA YARATMAK

Bu kez en büyük farklılık, rejiden başlayarak, tiyatroyu var eden tüm öğelerin (sahne, giysi, kostüm, maske, ışık tasarımı, koreografi, müzik, aksesuvar kullanımı vb.) çok özenli seçimlerle ve bütüncül ele alınarak aynı hedefe yönelmesiydi. O hedef, eserin tümünü vermek, hikâye anlatmak, olayları iletmek değildi. Asıl mesele sahnede bir dünya yaratmaktı. Bir “korku dünyası”... (Tıpkı hayattaki gibi diye ekleyecektim, vazgeçtim!) 

Oyunu Ayberk Erkay çevirmiş. Murat Daltaban’ın bir buçuk saatlik oyunun her dakikasını fazlasıyla değerlendiren çok katmanlı rejisinde, sahnede kameralar var ve arka ekranda kameranın çektiklerini biz de yakın plan izliyoruz. (Hayattaki gibi.) Büyük Birader’in gözleri hep üstümüzde... Herkesin birbirinin aynısı, tek tipe dönüştürülmesinde maskeler ve o boğuk mikrofon sesi çok yararlı ama kimi zaman söyleneni anlamayı güçleştiriyor. Önemli değil, o atmosferi pekiştirmeye yarıyor. (Hayattaki gibi.) Tan Temel’in, dansları adeta ayine çeviren koreografisi, Cem Yılmazer ve Burak Etöz’ün işlevsel dekorları, Tomris Kuzu’nun kostümleri, Oğuz Kaplangı’nın müziği, Cem Yılmazer’in çok başarılı ışık tasarımının gerçeklikle hiç ilişkisi yok. Ancak hepsi o uzak, distopik geleceğe, (ütopyanın zıddına), hem bütünlük sağlıyor hem de bize gerçeklik duygusunu veriyor. Sahnedeki görsel ve işitsel öğeler yüzümüze hakikati çarpıyor. Başta Winston’u oynayan Adem Mülazım olmak üzere tüm oyuncular bu bütünlüğü, inandırıcılığı sağlıyor. Ayrı ayrı ve hep birlikte... Ve bu sarsıcı atmosfer gerçeğin ta kendisi oluyor!

Murat Daltaban, “1984 öyle bir hikâye anlatır ki yüzyıllardır insanlığın en derin karanlıklarından çıkıp gelen kanlı tasarımlarının bir özetidir. Bireyden başlayan merkeziyetçiliğin tırmanarak en yüceye kadar inşa olduğu bir mimaridir” diyor. 

Doğru diyor. Orwell 1948’de düşlemişti bu mimariyi. Zaman içinde gerçeğe dönüştüğünü yaşayarak görüyoruz. Emeği geçen, katkıda bulunan herkesi kutlarım. 

(Dans Adrenalin) 

DANS ADRENALİN: MUTLULUK VEREN MODERN DANS

İstanbul Devlet Opera ve Balesi Modern Dans Topluluğu MDTistanbul, 12 yaşında. Rengim Gökmen ve Suat Arıkan girişimi ile Beyhan Murphy’nin sanat yönetmenliğinde 2011’de kurulmuştu. Bu mevsimi birbirinden bağımsız beş parçadan oluşan Dans Adrenalin adlı programla açtılar. Yenilerde gördüm ve hayran oldum. Sadece dansçılar değil, izleyiciler için de muhteşem bir adrenalin salgısı/deposu yaratmışlar! 

Beş parça  ve kareografları şöyle: “Seni Görüyorum” (Don Kyu Kim), “Bahar” (Alper Marangoz), “Düşler 3Kere Görülmeli” (Ferhat Güneş), “Koz” (Alper Marangoz), “Anikka” (İhsan Rüstem)

İlk parçanın dışında tümünün birbirinden ilginç müzik ve ses tasarımları Onur Seçki’ye, ışık tasarımı Taner Aydın’a (Ki çok önemli bir rol oynuyor!), dekor/kostüm ise Olcay Engin Kaymaz’a ait. Her koreograf adrenalin temasını işliyor. Alper Marangoz “Bahar”da renkli ceketler aracılığıyla dansçılarını birbirine bağlarken, onlara yeni kimlikler katarken “Koz”da insan-insan ve doğa-insan ilişkisini zorluyordu... Ferhat Güneş’in koreografisinde muziplik, hınzırlık vardı, bir koltuk sayısız iskemle nelere kadir dedirtiyordu. İlk ve son parçalar gerek sahneyi/mekânı, gerek zamanı her an yeniden, yeniden belirliyordu. Dansçıların, enerjisi, uyumu, dinamizmi ve kalp atışları (evet kalp atışları) ışık, kostüm, müzik, vokalle bütünleştiğinde biz izleyicilerin mutluluğu oluyordu.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları