Sevgi Soysal’ı anımsamak...

27 Kasım 2021 Cumartesi

Geçen 22 Kasım, hikâye ve roman yazarı Sevgi Soysal’ın kırk beşinci ölüm yıldönümüydü. Kimi gazetelerde ve sosyal medya organlarında yeniden hatırlandı, genç kuşağa hatırlatıldı büyük yazar. 

Sevgi Soysal’ın kitaplarını elime ilk aldığımda üniversiteye başlamak üzereydim. Annem masaya özenle “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”ni koymuş, “Sevgi Soysal okumalısın!” demişti. Bir solukta okumuştum romanı. Sonra sırayla hepsini... Sanırım “Yürümek”i okurken bir anda yine annemin o derinden gelen konuşmasını duymuştum: “O kadar güzeldi ki!”, “Tanıştın mı Sevgi’yle?”, “Üniversite yıllarımda pikniğe giderdik, bir seferinde yanımdaki masada oturmuştu. Hayranlıkla bakmıştım. Bir de açıkoturumda dinlemiştim...” Ne zaman Sevgi Soysal’ı düşünsem ilk önce annemin sesini duyarım. Arkasından bir yazara yapılan baskılar aklıma gelir. İçim parça parça olur. 

***

İznik çinileri arasında, bir daha hiç kullanılamayan “mercan kırmızısı”nın asaleti konuşulur, durur. 16. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen ustanın, bu fevkalade kızıllığa nasıl ulaştığı merak edilir. Onlarca usta, kanını çini üzerinde uygulayarak bu sırra erişmeye çabalar. Ama mercan kırmızısı isyankârdır. Nasıl yapıldığına dair veriyi hiçbir zaman sunmaz. 

Sevgi Soysal’ın adını “isyankâr” sözcüğüne yakıştırmak kısmi bir kurtuluş olur. Öte yandan ondaki isyankârlık, yüksek sesli, bağıran bir tonda hiç olmamıştır. Tıpkı İznik çinilerindeki gibi kendine özgü, kırılgan, naif, bir o kadar da içtenliklidir. İlklerimiz arasında olmasının bir başka nedeni de yazma serüveninde edindiği derdin, ulvi, aşkın, anlaşılmaz bir çizgide değil, son derece sıradan gibi görünmekle birlikte anlatılması çok da zor olan bir meseleye, zaaflarımıza, kararsızlıklarımıza, kuşkularımıza eğilmiş olmasındandır. 

Türkçedeki ilk anlamından dolayı “dert” sözcüğünü, dert edinme ilişkisinin özü itibarıyla rahatsızlığa, acıya, eleme, hüzne yahut kedere dair bir ilişkilendirme biçimi olarak kullandığım sanılmasın. Tam tersine! Hayatı belirli bir biçimde dertleşebilmekten alınan keyfi yaşayabilmenin hazzını anlamayı öne çıkararak yazıyorum bu satırları. 

***

Sevgi Soysal’ın vazgeçilmezliği ondaki “dost” sesidir. O olmasaydı, hizasızlık, tekinsizlik, kıyassızlık anlamını yitirirdi. Soluk soluğa yaşanmış, dolu dolu ama yarısı elinden alınmış bir hayatın sızısı kalmazdı. “Umumi ahlakın” bize neler ettiğine dair sözlerimizin yarısı elden giderdi. Satır aralarına gizlenen muziplik okuru esir etmezdi. Bugün çokça aradığımız umuda bir “perçem” eklenmezdi. Sistemin ve ceberrut devletin kıyasıya eleştirisi yapılamaz, yapılsa da onun gibi inceden sunulamazdı. Kendine özgü bir neşe yok olurdu. Kahkaha ile hüzün iç içe geçmezdi. Ustalıklı aşktan kimse söz açamazdı. Gözü karartmanın ne olduğu üzerinde durulmazdı. Dudağı kanayan bir kadının, sırf duygusuna yenildiği için değil, yalnızca sevgi arayışından eşini aldattığının fotoğrafı çekilmezdi. 

***

Doğrusunu söylemek gerekirse, 12 Mart denilince Sevgi Soysal’ın başına gelenler ortadadır, adeta simge isimdir o. Yaşananlar aradan bin yıl geçse dahi bizlerin vicdanını kanatmaya devam edecektir. Böyle bir noktada da her ne kadar Sevgi Soysal’ı yalnızca 12 Mart içinde değerlendirmenin yanlışlığına değinilse de hayatının eserleriyle kurduğu ilişki anlamında, darbe ve sonrasıyla kurduğu yakınlığı es geçmek olası değil. 

Ama sıradan bir Sevgi Soysal okuru, yalnızca 12 Mart döneminde yaşanan acıları öğrenmek için onun, bugün bize hâlâ en özel alandan seslenen eserlerini okumaz. Onun içimizi cız ettiren, devletin yapısını gösteren, odağına kadınları alarak onların ayakta durmak adına dürten, zaman zaman ölümcül - katı gerçekliği önümüze koyarken, bir anda uçurumda açan çiçek gibi gülümseten, sahici, hakiki yanıdır. Biraz da yaşadığımız toplum ile özgürlük düşüncesi arasına sıkışan, iki arada bir derede kalan biz kadınların, ilerleme, adım atma, bir şeyleri geride bırakma sancısıdır. Bazı meslek grupları vardır. İnatla onlara, neden bu mesleği yaptıklarını sormamaları istenir! Mesleği icra edebilmek adına önkoşuldur bu... İyi bir askerin, “Neden öldürüyorum” diye sorması abesle iştigaldir. Kadınlığın da ülkemizde kimi gerekleri itirazsız yerine getirmesi, bunun için de kendini sorgulamaması, “görev”lerini yerine getirmesi kaçınılmaz olarak beklenir. Dolayısıyla Sevgi Soysal’ın romanları bu cesaretin edebi estetikle harmanlanmış halidir.  

***

Bugün ölümünün üstünden yıllar geçmesine rağmen Sevgi Soysal, bizi hâlâ heyecanlandırmaya devam ediyor. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Gezi notları 20 Nisan 2024
Yoksulların savaşı 6 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları