AKP çok şükür kendinden önceki sağcı iktidarların izinden giderek ülkeyi, geçmişe kıyasla en büyük ekonomik çöküşe ve yoksullaşmaya itti. Bu,1950’den bu yana yaşadığımız 19. kriz oluyor. Daha önceki krizlerde de yine geniş toplumsal kesimler olarak yoksullaştık. Bu krizlerin hepsinin ortak kaderi krizlerin tümünün sağcı iktidarları kapsamasıdır.
AKP’nin bize yaşattığı bu son kriz en uzun sürenlerden. Enflasyon açısından da öyle. Bir başka karakteri, krizi aşmak için IMF’ye başvurmaması. 2001 krizi, evet IMF programıydı, evet yükü toplum çekti ama alınan paralarla, kriz oldukça hızlı toparlandı. AKP 2003 sonunda iktidara gelince bu toparlamanın üzerine oturdu ve AB ile üyelik perspektifiyle ülkeye akan görülmemiş doğrudan yatırımlar sayesinde uzun bir iktidar dönemi yaşadı. Bu dönemden yararlanarak Cumhuriyet karşıtı programlarını da hızla devreye soktu.
KADERDEN KAÇMASI ÇOK ZOR
Fakat iktidarını bu 20. krizle bitirme aşamasında. Bu kaderinden kaçınmak için tüm güçleri, güç odaklarını kendine bağladı ve bugün gördüğümüz baskıcı otoriter rejimini alabildiğine kurdu. 2028 seçimlerine ana muhalefeti her yönüyle ve her aracı kullanarak dağıtmaya ve iktidarı sürdürmeye odaklı görülmemiş, fırtınalı bir döneme ülkeyi soktu.
İddianame, CHP’yi muhalefet edemez duruma getirmenin bir aracıdır. İddianame buna göre düzenlenmiştir. Kapatma talebi, bugüne kadar AKP ve mahkemelerinin CHP kongreleriyle uğraşmasıyla eşgüdüm halindedir.
Yargı hiyerarşisini kaybetmiştir.
AKP’nin adalet bakanı yardımcısını güçlü bir AKP siyasi figürü iken İstanbul’a başsavcı olarak atamasıyla bugünkü sürecin başladığını görüyoruz. Saray’ın amacıyla sürdürülen CHP’ye yönelik siyasi operasyonlar tamamen örtüşmektedir.
Örtüşen başka önemli bir nokta daha var: Bazı asliye ve ağır ceza mahkemeleriyle başsavcılığın aynı patikada yol almasıdır. Ortak özellik anayasayı dikkate almamaktır.
HİYERARŞİNİN ÇÖKÜŞÜ
Tayfun Kahraman olayı çok tipiktir. Anayasa Mahkemesi, Kahraman’ın yeniden yargılanması kararını veriyor ve dahası serbest bırakılması vizyonunu da mahkemenin önüne koyuyor. Ağır ceza mahkemesi, bu Anayasa Mahkemesi’nin işi değil, yetkisini aşıyor, bize müdahale edemez diyor. Bu karara bir üst mahkemede itiraz ediliyor. Bu mahkeme de itirazı reddediyor. İki mahkeme AYM’yi dışlıyor, yok sayıyor.
Başsavcılık CHP’nin kapatılması için Yargıtay’a dosya gönderiyor. Yargıtay konuyu inceleyecek, kapatma kararını ise AYM genel kurulu verecek.
Hiyerarşi ortadan kalktığı için iktidarın yarattığı yargı sistemi aslında AYM’yi tanımıyor. Zaten daha önce Yargıtay AYM’nin en üst yargı olduğunu reddetmiş, AYM’yi tanımamış, kendisinin de AYM yetkisinde olduğunu ileri sürmüştü.
Şimdi aynı yolu izleyebilir. Veya AYM, Yargıtay’dan kendisine gelen CHP’nin kapatılması muhtemel kararını reddedebilir ve “Hayır, kapatılması kararını ben verdim uyguluyorum” diyebilir.
Bunları hep muhtemel şeyler olarak yazıyorum.
AMAÇ CHP’Yİ ETKİSİZ HALE GETİRMEK
Ama bu kapatılma süreci nihai bir amaç olmaktan ziyade, CHP’yi önümüzdeki iki yıl içinde kendi varlık mücadelesine çekmek, kriz sürecinden koparmak ve akıldışı uyduruk iddialarla kitleler nezdinde CHP’nin itibarını iyice zedelemek.
CHP şüphesiz bu tuzağa düşmeyecek.
Ama mutlak butlan kararına itiraz da istinaf mahkemesinde. İktidarın beklentisinin oradan ne olduğunu tahmin etmek zor değil. Bozulursa süreç yeniden başlayacak. Mahkeme ya kabul ya reddedecek, peki sonra?
Kıskaç CHP’ye kurulu.
Şüphesiz Ekrem Bey’i diskalifiye etmişe benziyorlar. Sonraki adayları da benzer olguların beklediğine ilişkin işaretler var.
Partiyi kapatamayacaklar ama CHP’yi süründürmek başlıca amaçları.
İmamoğlu davasının diğer amacı da bence bırakın cumhurbaşkan adaylığını, yeniden İstanbul adaylığını bile engelleyecek süreçtir.
CHP her şeyi yeniden düşünmek zorunda.
Yine de burası Türkiye abicim, yarın ne olacağını kestirmek çok zor.
Ama kesin olan bir nokta var: Enflasyon, pahalılık ve yüksek eşitsizliklerle yaşamaya ve krizin yükünü halka yıkmaya devam. Çünkü başka çareleri yok.
Yarın? Şu casusluk eki...