Özdemir İnce

Narodniçestvo halkçılıktır

30 Ağustos 2019 Cuma

Gazete köşemenleri, televizyon vaizleri halkın AKP iktidarından bıktığını, ama muhalefetin bu tepkiden yararlanması gerektiğini yazıp söylüyorlar. Muhalefet temsilcileri halkın nabzını tutmalıymış.
Seçmen halk, bıkma tepkisi gösterdiğine göre belli ki bir muhalefet bilincine ulaşmış. Ancak kimse kimseyi ders vererek bilinçlendiremez; herkesin, her sınıfın kendi öznel koşulları onu bilinçlenir. Buna tam anlamıyla bilinç de denmez, içgüdüdür. Hayvani bir içgüdüdür. Bir aslanın öldürdüğü avını sırtlanlara karşı savunması gibi. Emeğin savunulması bir hayvansal içgüdüdür; bireysel bilince gereksinim yoktur. Sınıf aidiyetini yaşayarak öğrenmek, bilmek ise bilinçlenmedir.

***

Önceden uyarma olmasa da patlayan volkandan kaçılır. Selden, çığdan, toprak kaymasından, yırtıcı hayvanlardan kaçılır. Napoleon istilasından, Hitler istilasının önünden insanlar kitleler halinde kaçtılar. Sivil halkımız da Fransızın, Yunanın önünden kaçtı. Çukurova’nın “kaçkaç” dönemi ünlüdür.
Bir halk, iktidardan hoşnut değilse yapacağını bilir, bilmeli. Kazıkçı lokantaya gitmemek gibi. “Alnı secdeye değme”yi siyasal ölçüt yapan bir halk; dindarlığı, uygulamaları, gündelik hayatı skandallarla tıka basa dolu ve iyice sapkın, siyasal ahlakı yüz kızartıcı, AKP gibi bir partiye neden oy verir? Bunun kaynaklarını halkın zihinsel ve ruhsal yapısında aramak gerekiyor.

***

Çarlık Rusya’da, aralarında Narodniklerin (Halkçılar) de bulunduğu genç devrimciler Sibirya’ya sürgüne gönderilirken, geçirildikleri caddelerde çiçek atması gereken halk tarafından yuhalanıp taşlandıkları unutulmamalı. Görenekleri ve inançlarıyla halka tapan Dostoyevski, Sibirya sürgününde adi köylülerin okumuş kentlilerden nefret ettiklerine tanık oldu. Halkçı gençlik, halkın arasına karışmak, halk gibi yaşamak için doktor olarak, hastabakıcı ve hemşire olarak, tarım işçisi, demirci ve oduncu olarak köylere gitmişlerdi. Kızlar öğretmenlik sınavlarına girdiler; ebelik, hemşirelik, öğrendiler; köylere gittiler, nüfusun en yoksul kesimlerine adadılar kendilerini. Kafalarında devrim yapmak düşüncesi de yoktu; sadece okuma-yazma öğretmek ve yardımcı olmak istiyorlardı. Ama köylüler onlara değil, kendilerini ezen çarlık düzenine inanmayı sürdürüyordu.

***

Neden? Bunun yanıtı Dostoyevski’nin Cinler romanındadır: Bir meyhanede gençler, Tanrı’dan, dinden, devrimden, ayaklanmadan söz ederlerken, ak saçlı bir yüzbaşı ortaya fırlar ve “Tanrı yoksa benim yüzbaşılığım ne işe yarar?” diye bağırır, sonra koşarak dışarı çıkar. Yaşlı yüzbaşı dinsel dünya düzenin hiyerarşisinden söz etmektedir. Bu düzenin egemen olduğu hiçbir yerde halk iradesinden, halk bilincinden söz edilemez. Bu nedenle halka gidilmez. Nafiledir! Ama gereken yapılır. İhtiyacı varsa o sana gelir.
AKP’ye ve Reis rejimine isyan eden ama “dinsel düzen” yüzünden ona köle gibi biat eden halk kesimi duygusal ve zihinsel zincirlerini kıracak mı? Zincirleri sen kırsan da nafile, o yerinden kımıldamaz. Kendisi kıracak. Ona hiçbir şey öğretemezsin! Halk tuhaftır: Bir zamanlar Narodnikleri taşlayan köylüler, 1917 Devrimi’nde Bolşeviklerin yanında yer almıştı. Bekleyeceksin, daldaki elma olgunlaşacak.

***

Ancak halk melek değildir. Nâzım’ın da dediği gibi akreptir! İkiyüzlüdür, korkaktır. 12 Mart’ta (1971) gözaltındayken bizim koğuşta Keskin’den (Kırıkkale) Adalet Partili siyasetçiler vardı. Siyasi olmayan nedenlerle (pavyonda kadın işi) gözaltına alınmışlardı. En çok hoşlarına giden, seçim dönemlerinde, dışarıdan gelen “okumuş” milletvekili adaylarını nasıl kazıkladıklarını anlatmaktı. “Genel Müdür, diplomat, başhekim falan gelirler, bize ziyafet çekerler, yer içer, harçlık alır, pohpohlarız, ama oyumuzu hemşerimize veririz” derlerdi. Çok tipik bir kabileci asabiyet dayanışması...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları