Doğan Kuban’a özlemle

26 Eylül 2021 Pazar

Doğan Kuban’ı şimdiden ne çok ne çok özledim. 

Onu 1972’de Milliyet Sanat dergisini çıkarmaya başladığımızda tanıdım. Ona gereksinimimiz vardı. Çünkü Tükiye’de ilk kez bir edebiyat-sanat dergisine tüm sanatların bir bileşkesi olan mimariyi de katmak için çalışıyorduk. Geldi bizim gazetedeki “sanat odamıza”; sadece aklımızı, yüreğimizi değil, gönlümüzü, ruhumuzu da kaptı. O andan sonra ne zaman ihtiyacımız olsa, imdadımıza yetişecek, önerileriyle bizlere yol gösterecek, ışık fenerimiz, Kutupyıldızımız olacaktı... 

Kuban’ın mimarlık, şehircilik ve sanat tarihi kitaplarını okuduğumdan beri ona sevdalıyım. 

Merakını özledim

Onun eserleri, birkaç kuşak sorumlu, bilinçli insan yetiştirmeye yaradı bu ülkede. Yazık ki sayıları az kaldı.

Sanat dergisi yıllarında Doğan Kuban’ın nasıl meraklı bir insan olduğunu bire bir yaşadım. Merakı her alana uzanır, tüm dergide ne var ne yok öğrenmek isterdi. Tiyatro konularında beni adeta sınava çekerdi. İnsanlar niye bu kadar meraksız diye kahrolurdu! Kitaplarında cehaletle meraksızlığın bir arada yürüdüğüne sık sık işaret edecekti. 

Dünyayı öğrenmeye her şeyi sorgulamaktan başlamak ve Osmanlı’nın akıl almaz meraksızlığını aşmak zorundayız” diyen o!

Öfkesini bile özledim

Çok yıllar önce bir yazımda, okurlara “Prof. Doğan Kuban’ı tanır mısınız” diye sormuş ve sayısız yanıt almıştım. Onun emekli İTÜ Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı; Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyesi; Amerikan Mimarlık Enstitüsü Şeref Üyesi, Gayrimenkul Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Üyesi, Türkiye ICOMOS kurucu üyesi, Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü kurucusu olduğunu bilen de vardı bilmeyen de... Ama ben bu unvanlarını ya da adının uyandırdığı saygınlığını değil, kişiliğine ilişkin soruyordum.....

Sorma nedenim onu ilk kez öfkeli görmemdi. Genelde sakin yaradılışlıydı. En heyecanlı konuyu bile sakin sakin, yüzünde gülümsemesiyle anlatırdı. Kendisini değil, işini önemserdi. Öfkelendiğine, sinirlendiğine o güne dek hiç tanık olmamıştım. Ama işte o gün çok öfkeliydi: “S.O.S. Divriği Ulu Cami” başlıklı “İmdat” çağrısını haykırıyordu... Koskoca bir kültür hazinesi ölüyor diye hepimizi seferber ediyordu.  

ÖNERİLERİNİ ÖZLEDİM

Yalnız Divriği Ulu Cami değil, daha nice kültür mirasını, başta İstanbul olmak üzere nice kenti, yöreyi, doğayı, insanı ve en çok, en çok geleceğimizi kurtarmak için kâh öfkeyle kâh sevecenlikle uyardı, önerdi, yol gösterdi. Ama beton sever, otomobil sever, gösteriş ve arsızlık sever, doymak bilmez yöneticiler ona kulak vermektense, cehaleti ve açgözlülüğü beslemeyi yeğlediler! 

Orhan Bursalı’nın “Cumhuriyet Muhafızları” diye tanımladığı iki bilgeyle Bozkurt Güvenç ve Doğan Kuban’la yaptığı programları izlemiş biri olarak önerilerinden her zaman yararlandım. İki ustayla son kez birlikteliğim Kıbrıs’ta bir kongredeydi. Doğan Kuban orada vurgulamıştı: 

Önce çaresizlikten kurtulmamız ve cehaletle savaşmamız gerekiyordu. Onun için cehalet, hastalıktı! Nasıl da haklıydı!

Cehaletle savaşmak

İslam toplumlarının cehaleti, hastalığı davet ediyor. Çünkü bu ülkeler, fakir, cahil, kargaşa içinde despot devletler olarak geçmişin elbiselerini taşıyorlar. Bunlara Türkiye de katıldı. İslam dünyasında ilk ve çağdaş demokrasi ve halk cumhuriyeti yaratmış bir ülkenin kurucu kuşağından biri olarak” diyordu ki: “Gençlere çok iş düşüyor.” 

Nüfus artışı, iklimsel felaketler, susuzluk, kıtlık, bunların neden olduğu savaş, terör, göç, demokrasi düşmanlığı bir kaos yaratmıştı. Buna sömürenlerin yalanlarını, tehditlerini, eziyetlerini ekleyin. Ve Doğan Kuban’a göre kameralar önünde el sıkışan adamlar, yalan söyleyen yayın organları, cahil toplumları etkileyerek kaosu sürdürmekteydi.  

İlk iş, paraya tapanlardan ve cahil yöneticilerden kurtulmaktaydı. Aksi halde düze çıkış yoktu. Çağdaş hiçbir ülke cahil kadrolarla yönetilemezdi!

Teşekkürler Doğan Kuban! İyi ki varsınız!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları