Sevgili okurlarım, geçen Pazar günü başladığım, “Baskıcı, otoriter, totaliter, faşizan ve Faşist iktidarlara karşı ne yapmalı” sorusunun yanıtını aradığım yazı dizisinin sonuna gelmiş bulunuyorum.
Aslında ilk dört yazıda anlattıklarım, “Türkiye somutunda ne yapmalı” sorusunun yanıtlarını çok net olarak veriyordu.
Çünkü tarihsel örnekler, bilimsel gerçekler ve mevcut İktidarın yaptıkları, gelecek için tahminlerimiz çerçevesinde, neler yapılması gerektiğini adeta dikte ediyorlardı.
***
HEDEFLER:
İktidar, Ülke ve Rejim aleyhine neler yaptıysa ve neler yapıyorsa, onlar düzeltilmeli ve gelecekte beliren tehlikeler de engellenmelidir.
1) İktidar Parlamenter Demokratik Rejimi değiştirmiş, yerine, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” dediği, tek bir kişiye bağlı, benim, “Şahsım Devleti” dediğim ucube, dengesiz ve başarısız bir Rejim kurmuştur.
Dolayısıyla yapılacak Devrimci Demokratik Direnişin örgütlenme ve eylemlerinin hedefi “Parlamenter Demokratik Rejimin” yeniden kurulmasıdır.
2) İktidar Anayasa’yı değiştirmiştir; üstelik kendi yaptığı Anayasa’ya bile uymamaktadır.
O halde yapılacak Devrimci Demokratik Direnişin, örgütlenme ve eylemlerin hedefi, ülkeyi, Anayasa’nın felsefesine ve ilkelerine uygun olarak Demokratik, Laik ve Sosyal bir Hukuk Devleti yapısına kavuşturmak, bu ilkeleri savunmak olmalıdır.
3) İktidar, bütün değişikliklerle, yargıyı emrine almış, haksızlık ve hukuksuzlukları, yine yargıyı kullanarak uygulamış, işine gelmeyen kararları ise Anayasa Mahkemesi’ninkiler de dahil olmak üzere, dikkate almamıştır.
Dolayısıyla hedef, başta Anayasa Mahkemesi olmak kaydıyla, bütün yargı organlarının bağımsızlıklarını yeniden tesis etmek ve yargı bağımsızlığını mutlak güvence altına almaktır.
4) İktidar, devletin bütün kurumlarındaki egemenliğini, “her şeyi yaparak” sürdürmek kararlılığında görünüyor.
Bu nedenle, Demokratik Rejimi ve Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti’ni yeniden kurmak ve korumak için bu İktidarın değişmesi, önkoşuldur.
Dolayısıyla ilk hedef, İktidarı değiştirecek olan, adil ve şeffaf bir seçimin bir an önce gerçekleştirilmesidir.
5) Ülkenin içine girdiği “Süreç”, Cuma günü yazdığım 4. yazıda belirttiğim gibi, hem Bölünme hem de Totaliterleşme tehlikelerini içinde barındırmaktadır.
Bu tehlikeler de bütün yukarıdaki hedeflerin gerçekleştirilebilmeleri gibi, ancak “Topyekûn Devrimci Demokratik Direnişle” önlenebilir.
***
ÖRGÜTLER:
1) “Topyekûn Devrimci Demokratik Direniş” örgütleri olarak elbette en başta Siyasal Partiler, bunların da en başında Ana Muhalefet Partisi CHP gelmektedir.
Ne yazık ki CHP, Rejimi ve Ülkeyi gelecekteki her iki tehlikeye de taşıyacak olan “Süreci” Meclis’te başlatan “Komisyona”, ilan ettiği katılma koşullarının ihlal edilmesine rağmen katılarak, kendisinden beklenen Direniş Refleksini gösterememiştir.
İlginç olan durum, “Milliyetçi” çizgideki MHP’nin, İktidarın bir parçası olmasına karşılık, aynı çizgideki İYİ Parti’nin, bu sürece karşı çıkıyor olmasıdır.
Böyle bir bölünme Sosyalist/Komünist partilerde de görülmektedir:
TKP ve TKH “Topyekûn Devrimci Demokratik Direnişten” yana, SOL Parti tarafsız gibi, öteki sol partiler ise İktidardan yana tavır koymuş görünüyorlar.
Din eksenindeki partilerin, biri hariç, son tahlilde İktidardan yana tutum takınacakları beklenir.
Özetle, siyasal partiler manzarası, “Ülke ve Rejim İçin Topyekûn Devrimci Demokratik Direniş” seferberliği adına, CHP’nin tavrından dolayı, pek de iç açıcı görünmüyor:
Korkarım “Komisyon” olayı, CHP’nin Direniş Mitingleriyle son günlerde yakaladığı Demokratik Direniş ivmesini de yok edecek ve hem Ülke hem de Rejim konularındaki felaketlere, CHP’yi de ortak edecektir!
(Dilerim CHP liderliği, benim bu olumsuz izlenimlerimi yanlış çıkarır ve hem Ülkenin hem de Rejimin geleceği için doğru bir tavra geri döner!)
2) “Topyekûn Direnişin” ikinci kaynağı hiç kuşkusuz Sendikalar ve Meslek Odaları gibi Demokratik Toplum Örgütleridir.
Türkiye’deki sendikaların önemli bir bölümünün sınıf bilincini engelleyen din ve mezhep kimlikleri üzerinden örgütlendiği gerçeğini de anımsayarak bu alanda da pek fazla bir umut görmüyorum.
Çünkü geri kalanların bir bölümü de sınıf bilincini, dincilik kadar gölgeleyen etnikçilik tuzağına düşmüş görünüyor.
Mevcut durumda sadece Barolar, Rejim ve Ülke güvenliği konusunda en duyarlı örgütler olarak öne çıkıyor.
Öteki meslek odalarının bir bölümü dincilik, bir bölümü de etnikçilik tuzağında debelenirken meslek ilkeleri, Ülke ve Rejim güvenliği genellikle güme gidiyor.
3) Medya:
Ne medyası???
4) Halk:
Hangi Halk???
***
Ama ben, “Totalitarizme, Faşizme Karşı Demokratik Olarak DİREN Manifestosu” kitabını yazmış bir Toplumbilim öğrencisiyim...
Kendi Bilincimin, Ahlakımın ve Vicdanımın emrettiği yolda yine haykırıyorum:
“Kahrolsun Emperyalizm...
Yaşasın Ülkenin ve Rejimin Kurtuluşu İçin Faşizme Karşı Topyekûn Devrimci Demokratik Direniş:
Ülkemin ‘Kuvayı Milliye Direnişi’nden gelen genleri, bu Direnişin de tohumlarını taşımaktadır.”
***
Ionescu’nun Gergedan oyununun kahramanı Bérenger, Faşizmin pençesinde, herkesin tek bir düşüncenin peşinden gittiği ve yavaş yavaş “gergedanlaştığı”, totaliterlik tuzağında debelenen bir toplumda, “gergedanlaşamamanın”, “insan kalmanın” trajik acılarını çekmektedir.
Ve perde onun tek başına haykırışıyla kapanır:
“İnsanım ben, insan kalacağım tek başıma olsam bile direneceğim!...”
***
YALNIZ OLMADIĞIMI BİLİYORUM!