Yüksel Pazarkaya

Alman Sosyal Demokrasisi ve CHP

01 Ekim 2009 Perşembe

27 Eylül seçimlerinde Sosyal Demokrat Parti (SPD) Federal Almanya tarihindeki en zayıf sonucu aldı. Bunun nedeni, kanımca, Sosyal Demokrat Parti SPD’nin, Almanya’nın birleşmesinden sonraki son yirmi yıllık süreçte, özellikle Schröder döneminde ve sonrasında ‘erselik’ bir parti niteliğine dönüşmesinde, yani ‘iğdiş’ edilmesinde yatıyor. Bu süreçte SPD gittikçe Hıristiyan Demokrat Parti’ye (CDU), giderek daha da fazla neoliberal bir partiye benzemiştir. Sosyal demokrat niteliğini yitirmiştir. Bu kayma, sosyal demokrasinin özünde gizlidir. Güncel yönetime göre az ya da çok ortaya çıkar. Bu özün ortaya çıkarılmadan uyutulması kolay değildir, ama olanaklıdır. Önkoşulu muhalefette kalmaktır.

146 yıllık bir tarihe sahip olan SPD, Marksizmin doğurduğu siyasi hareketlerden biridir. Sosyal demokrasi, tıpkı kooperatifçilik gibi, Marksizmin sosyal adalet niteliğini, adıyla müsemma ‘demokratik’ yöntemle gerçekleştirmek ister. Bu yüzden de ödüncülüğe yatkın ve hazırdır. İktidar sürecinde verdiği her ödün, onu devrimci özünden adım adım uzaklaştırır, uzaklaştırmıştır. Devrimci özden yitirdiklerini, toplumun talebi doğrultusunda, onun doğurduğu yeni partiler karşılamaya çalışır.

Almanya’nın birleşmesinden sonra, Schröder hükümetlerinin ‘neoliberal’ politikaları, Oskar Lafontaine’nin öncülüğünde kopan bir grupla bugünkü Linke (Sol) Parti’yi doğurmuştur. Bu parti ‘Schröder sosyal demokrasisinin’ boş bıraktığı sosyal adalet ilkelerine sarılmıştır.

SPD, Gerhard Schröder’in başbakanlığında Yeşiller ile kurduğu koalisyon hükümetinde yedi yıl boyunca, aslında sağ partilerin yapması gereken işleri becerdi. ‘Ajenda 2010’ başlığı altında maliyeti düşürücü adımları, hep toplumun işçi, işsiz ve orta tabakasının sırtından yaptı. ‘Hartz IV’ denilen ve işsizlik parasının yerine geçen uygulama, milyonları asgari geçim tutarının altına itti. Onur kırıcı, boyun büktürücü bir uygulama oldu. Bunun bedelini son seçimlerde federal tarihin en düşük oy oranıyla ödedi. Bunun gibi, işsizliği önleme yaftası altında, ‘Bir-Euro-Job’ denilen neredeyse ‘esir işçi’ uygulamasını getirdi. Sözleşmeli ve kadrolu işçi ve iş gören yerine, ‘kiralık işçilik’ uygulamasının altında da Schröder sosyal demokrasisinin imzası var.

Son dört yılın büyük koalisyonunda da emeklilik yaşını 67 yaşa çıkaran yasa, sosyal demokrat imzasını taşır. Başbakan Angela Merkel’in Hıristiyan Demokrat Partisi de kendi adlarına sosyal demokratların üstlendiği bu emek ve emekçi karşıtı uygulamaları belli bir mesafeden keyifle izledi. Schröder sosyal demokrasisinin Yeşiller Partisi’yle yedi yıl süren koalisyon hükümetleri zamanında Alman askeri ilk kez dış ülkelere, savaş alanlarına gönderildi. ‘Barışçı’ yaftasıyla görünen bu iki parti de bu konuda inanılırlıklarını büyük ölçüde yitirdi.

Buradan CHP gerekli dersi çıkarır, umarım. Ama her şeyden önce, son dönemlerde bir modaya uyarak kendisini ‘sosyal demokrat’ diye nitelemesini anlamıyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin devrim koşullarından doğan, kuruluşu ve devrimleri taşıyan bir partinin tarihsel süreç içerisinde gerekli evrimleri yapıcı ve devrimci nitelikleriyle geçirerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin Halk Partisi olarak varlık göstermesi için, gereksiz küresellik anlayışıyla kendini sosyal demokrat diye nitelemesine gereksinimi yok bence.

Bu benzetmeyi yakıştıran bazı postmodern siyasilerin, zaman zaman ‘altı ok’tan şu ya da bu oku atmak gerek diye ahkâm kestikleri belleğimizde. Kuruluş sürecinde altı ok ne denli doğruysa, bugün de en az o denli doğru olduğu, son yaşanan krizle iyice görülmüştür sanırım. Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Avrupa ülkelerinin artık sağ partilere yanaşmakta yarıştığı sosyal demokrasisine gereksinimi yok. CHP, ‘cumhuriyetçi, devrimci, halkçı, laik, ulusal devlet partisi’ niteliklerine sıkı sıkıya sarılarak, ülkenin çok gereksinim duyduğu işlevini yerine getirmelidir.
         
 
 
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kaygan Mantık 7 Şubat 2014
Yargı ve Demokrasi 30 Ocak 2014

Günün Köşe Yazıları