Efsane ve düş kırıklığı...

Efsane ve düş kırıklığı...

09.03.2025 04:01
Güncellenme:
Takip Et:

Ah be Maurice Béjart keşke ölmeseydin! Ya da ölmeden önce “Bundan böyle bensiz kimse benim adımı kullanmasın” diye bir vasiyet bıraksaydın!

“Aşk ve ölüm, tutku ve nefret, siyah ve beyaz tüm bu zıtlıklar arasındaki dengeyi büyüleyici danslar ve melodiler eşliğinde sahneye taşıyorlar” diyordu ilanlar. Lozan Béjart Balesi topluluğunun gösterisi “Ballet for Life” yani “Hayat için Bale”, “Yaşam için Dans” ilanları... Elbet gittim gördüm! Ah, keşke... Keşke...

Yok böyle olmayacak, baştan başlamalıyım.

DÜNDEN BUGÜNE

Maurice Béjart adı,

Türkiye’deki bale ve modern dans izleyicisi için yabancı değil. 70’li yıllarda Béjart’in topluluğundan muhteşem “Bolero”yu (Ravel); 1988’de “Bahar Ayini”ni (Stravinsky); 2007 yılında ise yine İstanbul Müzik Festivali’nde Béjart’ın 80. yaşını ve Mevlana’nın 800. yılını kutluyorduk “Rumi” (Kudsi Erguner) adlı eserle.

Unutmuş olanlar ya da tanımayanlar için kısa bir tanıtım yapmalıyım: Fransız dansçı ve koreograf Maurice Béjart, tüm klasik öğeleri kullanarak baleyi çağdaşlaştıran bir sanatçı. “Bale-tiyatrosu” terimini belki de ilk kullananlardan. Klasik tekniklere karşın klasik giysileri, dekorları sahneden attı. Paris’te kuralları yıkmanın güçlüğünü gördü ve dansçılarıyla birlikte Brüksel’e yerleşti (1960). Orada “20.Yüzyıl Balesi”ni kurdu. 1987’de Brüksel’den ayrılıp İsviçre’nin, Lozan kentine yerleşti ve “Lozan Béjart Balesi”ni kurdu. 60’lı yıllardan başlayarak bale sanatını çok geniş kitlelere yaydı, popülerleştirdi ve sevdirdi. Dünyanın dört bir yanında temsiller verdi. 80 yaşında öldüğünde (2007) çoktan efsane olmuştu.

NEDEN EFSANE?

Bu sorunun yanıtı şöyle: Her ulustan klasik eğitimli mükemmel dansçılar ve onlara tanıdığı özgürlükle, koreografiye “yol gösterme” olanağı verdi. (Erkek dansçılara daha çok alan açtığı!)

Müzikle tiyatro arasında müthiş ilişki kurdu. Amacı müziği yorumlamak, müziğe hareket katmak değildi. Amacı, izleyiciyle, şair, müzisyen, filozof ve dansçı arasında duygu ve düşünce beraberliği sağlamaktı. O nedenle sözü ve dramatik öğeleri de dansa kattı.

Gerçeklik ve yalınlık tutkusu: Minimalist dekor ve giysi. Béjart’ın bu yalınlığı nedeniyle kimi zaman “basitlikle” eleştirildiği oldu, onu “kolaycı” diye niteleyen eleştirmenler vardı. (Ben katılmıyorum.)

En önemli özelliği ise seyirciyle kurduğu ilişkiydi. Onun sanatı önce iletişim kurmanın sanatıdır. Her eserinde sahneyi, alanı, uzamı, zamanı, dansçılarını yeniden biçimlendirerek, ritmi yeniden kurgulayarak, sahneden seyirciye geçen elektrik akımını, enerjiyi yeniden yaratır. Sahneyle seyirci arasında müthiş bir sinerji yaratır.

Bu sinerjinin adı: Coşkudur!

BU TEMSİLİN GERÇEKLERİ

Gelelim Istanbul’da önceki gün Béjartsız ama koreografisi Béjart’a ait olduğu söylenen gösteriye... Evet “Queen’in unutulmaz şarkıları ve Freddie Mercury’nin eşsiz sesi ve Mozartın ölümsüz melodileri” bir aradaydı. Evet Versace imzalı kostümler ilginçti. Kâh siyah beyaz egemenliği kâh rengarenk mayolar. Gelin görün ki büyük bir sorun vardı: Volkswagen Arena Salonu’nun düzenlenmesi! İlk 6 sıranın gerisinde oturanlar sadece dansçıların belden yukarısını, 10-15. sıranın gerisinde oturanlar ise sadece dansçıların başlarını görebildiler. Sahne ile son sıralarda oturanlar arasında görünmezlik vardı. Salon organizasyonu sahneyi görmeyi engelliyordu. Nitekim pek çok izleyici, ya sadece şarkıları dinlemekle yetindi ya da gösteriyi terk etti.

Benim için en büyük düş kırıklığı sahnede olup bitenin izleyiciyle hiçbir ilişki kuramaması oldu. Dünkü sahnede duyguya benzer hiç ama hiçbir an yaşanmıyor, her şey “sanki”, “mış gibi” yapılıyordu. Dansçıların klasik eğitim aldıkları kesindi ama bırakın bir sinerji yaratmayı, herhangi bir duygu, bir düşünce kırıntısı ya da coşku iletişimi yoktu. Kâh akrobasi, kâh sportif beceri her türlü hissiyatın önüne geçebiliyordu. Beyaz panolardan, beyaz çarşaflardan, ekrana yansıyan görüntülerden, renklerden, röntgenlerden, havaya savrulan kuş tüyünden medet umuluyordu.

Efsane keşke ölümünden sonra adının kullanılmasına izin vermeseydi demekten kendimi alamadım.

Yazarın Son Yazıları

Aşkla ölüm arası

O kadar güzeldi ki tadı damağımda kalmıştı.

Devamını Oku
07.12.2025
Yok etmek/Yaratıcılık

Bir yanımda yaratıcılık, bir yanımda yok edicilik. İkisi de çekiştirip duruyor iki kolumdan.

Devamını Oku
04.12.2025
Tiyatro hazinemize yolculuk...

Duvardaki dev afişten fırlayıp kucaklaşacakmışız gibi bana bakan genç kadın, Suna Pekuysal.

Devamını Oku
30.11.2025
Hukuk bitti

Dünkü gazetemizde, “Korkma Biz Kadınız!” başlığını görmek çok hoşuma gitti.

Devamını Oku
27.11.2025
Çocuklar için...

Çocuklarımız için neler neler yapmayız ki...

Devamını Oku
23.11.2025
Grup Yorum’dan mektup var

Ülkemin hapishaneler coğrafyasından sık sık mektup gelir.

Devamını Oku
20.11.2025
BACH, Diyarbakır'da...

Neredeyse 30 yıldır Hakan Erdoğan Prodüksiyon “Bach İstanbul’da” başlığıyla klasik müzik konserleri düzenler.

Devamını Oku
16.11.2025
Oktay Ekinci kitabı

Oktay Ekinci... Bu isim Cumhuriyet okurlarının hiç ama hiç yabancısı değil.

Devamını Oku
13.11.2025
Paris’ten Diyarbakır’a

Paris ve sonbahar.

Devamını Oku
09.11.2025
Her daim muhalif

“Ve sonunda Joan Baez hastalığı yendi, sağlığına kavuştu!”

Devamını Oku
06.11.2025
Susmak onaylamaktır

“Hava kurşun gibi ağır/ Bağır bağır bağırıyorum/ Koşun. Kurşun eritmeye çağırıyorum...”

Devamını Oku
02.11.2025
Küllerden doğan ışık

Cumhuriyetin 102. yıldönümünü dün kutladık.

Devamını Oku
30.10.2025
Bodrum Cup: Kuşaktan kuşağa ileri!

Ege’nin ortasında bir sabah...

Devamını Oku
26.10.2025
Tiyatro sorgulamaktır

Daha 29. Uluslararası İstanbul Festivali başlamamıştı.

Devamını Oku
23.10.2025
Filler ve Karıncalar

Prag Tiyatro Festivali’nden ayağımın tozuyla dönüp tüm gördüklerimi sizinle paylaşmaya hazırlanıyordum ki sevgili arkadaşım Genco Erkal’ın sesi kulağımın dibinde bitiverdi: “Çekya’yı bırak önce Cihangir’e bak!”

Devamını Oku
19.10.2025
Prag’dan sevgiler

Sevgili okurlar Prag’dayım.

Devamını Oku
16.10.2025
Jandarmalı-jandarmasız günler

Sabah 6.30’da kapı tekmeleniyor. Jandarma içeri dalıyor.

Devamını Oku
12.10.2025
Tiyatro ve siyaset

Bu yazının başlığı “Afife Jale Ödül Töreni’nin düşündürdükleri” olacaktı.

Devamını Oku
09.10.2025
Celladına âşık olmak...

Olmayan suçlar... Yazılmayan iddianameler... Yazılıp uygulanmayan kararlar... Ve hukuk ile guguk arasında yaşamaya devam çabası... Tamam yakınmayı bırakıp sadede geliyorum.

Devamını Oku
05.10.2025
Travmalarla yaşamak...

Nasıl yaşamak bu! Kâh gökyüzünde kanat çırpıyoruz kâh en dipsiz kuyuların derinliğinde kayboluyoruz.

Devamını Oku
02.10.2025
Yaşar Kemal’e adanan bayram

26 Eylül’de Ankara’da 93. Dil Bayramı’nı kutladık. Dil Derneği ve Çankaya Belediyesi’nin ortaklaşa etkinliği Yaşar Kemal’e adanmıştı.

Devamını Oku
28.09.2025
Ellerinde Toprak

“Sömürü bir bütündür. Bütün insan değerlerinin sömürülmesiyle, doğa değerlerinin hoyratça sömürülmesi bir arada gidiyor. Türkiye toprakları yıkıma uğratılıyor, hopur ediliyor. Biz Türkiye üstünde mirasyedileriz. Yıkımımızdan Türkiye’nin hiçbir insanı ve doğa değeri kurtulamıyor.”

Devamını Oku
25.09.2025
‘Üç Ayaklı Kedi’ İstanbul’da

İstanbul dolu dizgin.

Devamını Oku
21.09.2025
Nice yıllara Hrant Dink

15 Eylül, arkadaşımız, yoldaşımız, omuzdaşımız, ülkemin en aydın, en dürüst, en yararlı, en barışçı insanlarından Hrant Dink’in yaş günüydü.

Devamını Oku
18.09.2025
Düşme var düşüş var

Bundan önceki yazım şöyle bitiyordu: “Yeryüzü muhteşemdi. Türkiye’nin asla uygarlıktan, yaratıcılıktan, aydınlıktan ve gelecekten vazgeçmeyeceğine dair umutlarımız tazeleniyordu.”

Devamını Oku
07.09.2025
Büyülü aydınlık bir gece

Elbe Nehri’nin kıyısında görkemli mi görkemli o yapı bir mucize gibi yükseliyor.

Devamını Oku
04.09.2025
Hapishane ve ödül: Vicdan ve haysiyet

Hafta içinde hapisteki iki çok değerli insanımıza yine uluslararası ödüller verildi.

Devamını Oku
31.08.2025
Paramparça ve umut

Bunalıyorsunuz, kahroluyorsunuz, her yerde haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik diyorsunuz...

Devamını Oku
28.08.2025
Dünyanın sesleri İstanbul’daydı

Bu başlığı yazdım. İstanbul’da bir haftadır süren o muhteşem coşkuyu paylaşacağım diye düşünürken birden bir suçluluk duygusuna kapıldım.

Devamını Oku
24.08.2025
Edremit Kitap Fuarından...

Edremit Kitap Fuarı’ndayım...

Devamını Oku
21.08.2025
Diyanet suç işliyor!

Diyanet İşleri Başkanlığı suç işliyor.

Devamını Oku
17.08.2025
Tiyatro durakları...

Adaletten eğitime, sağlıktan beslenmeye, her şeyin sahtesine, zehirlisine mahkûm edildiğimiz, yalanlarla kuşatıldığımız şu günlerde kimi alanlarda hakikatle, sahici olanla karşılaşmak iyi geliyor insana.

Devamını Oku
14.08.2025
Bodrum’un markasına dönüşen bale festivali

Son yıllarda adeta Bodrum’un kültür markasına dönüşen Uluslararası Bodrum Bale Festivali’nden söz edeceğim.

Devamını Oku
10.08.2025
Algılamanın sınırsızlığı

20. ve 21. yüzyıl tiyatrosuna damgasını vuran dâhi Robert Wilson tedavi olmak istemeyerek New York Long Island’da kurmuş olduğu Watermill Eğitim ve Üretim Merkezi/okul/ müze/kültür merkezinde son ana dek çalışarak 31 Temmuz’da öldü.

Devamını Oku
07.08.2025
Türkiye’nin Aydınlık Yüzü / Belleğimizin Bekçisi: Metin Sözen

Metin Sözen: (24 Mayıs 1936, Harput, Elazığ-31 Temmuz 2025, İstanbul)...

Devamını Oku
03.08.2025
Herkes için sanat: Anadolu Sergileri

Yılın belki de en sıcak gününde deniz kıyılarını bırakıp Milas’ta kapalı bir mekânda bir sergi görmeye gideceğimi söyleseler pek inanmazdım.

Devamını Oku
31.07.2025
Bir dokunuşa bin ah!

“Ayakucumda deniz, kaynayarak yanan bir zümrüt, sonra mavi, sonra menekşe, ne var ki üzerine tuzla buz edilmiş milyonlarca ayna parçaları yağmış, alev alev yanıyor, çakıyor, çakıntıdan göz alıyor.”

Devamını Oku
27.07.2025
Tüm iyilerin Altan ağabeyi

Altan Öymen aramızdan ayrılıp sonsuzluğa göçerken bile hepimize bir ders verdi...

Devamını Oku
24.07.2025
Bodrum’da doludizgin sanat

Ah bilmez değilim. Bu başlığı okur okumaz delirdiğimi sanacaksınız...

Devamını Oku
20.07.2025
Günler geçerken...

Pınar Kür... Edebiyatımızın cesur kadınlarından biri daha sonsuzluğa göçtü.

Devamını Oku
17.07.2025