Özdemir İnce

Laikliğe saygı günü

02 Temmuz 2024 Salı

Recep Tayyip Erdoğan, başbakanlık yaptığı sırada, 16 Eylül 2011 günü, Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil ile düzenlediği ortak basın toplantısında “Kişi laik olmaz, devlet laik olur” demişti... R.T. Erdoğan siyaset sahnesine çıktığından bu yana, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini savunanların elindeki bilimsel silahı almak için bu türden tuzaklar (!) kurar. Ancak kendisinin tuzağa düştüğünün farkında bile değildir.

Şimdi söz konusu konuşmanın basında yer alan bir bölümünü okuyalım: “Başbakan Erdoğan, ‘Türkiye’de halkım benim bu konuda (laiklik) ne düşündüğümü çok iyi biliyor, çok iyi bildiği için yüzde 50 oy veriyor. Hiçbir sıkıntımız yok. Bu bölgeler, laikliği anlamada, tanımada inanıyorum ki şu anda bir müzakerenin veyahut bir tartışmanın içerisinde olacaktır. Ben laikliği dinsizlik olarak kabul etmiyorum, laikliği din karşıtlığı olarak kabul etmiyorum. Partimin programında laikliğin tanımı şudur: Kişi laik olmaz, devlet laik olur. Bir Müslüman olarak laik bir devleti yönetirken bütün inanç gruplarına devlet eşit mesafede olur, Müslümana da Hıristiyana da Museviye de ateiste de. Bütün inanç gruplarının inancı o devletin güvencesi altındadır. Bizim anlayışımız bu. Burada aykırı düştüğümüz durum varsa bunu her fırsatta, herkesle müzakere ederiz. Bu söylediğimin de bizim değerlerimize, İslama karşı bir yanı varsa lütfen siz de beni ikna edin’ diye konuştu.”

Pek güzel! Bu yazıda “laik”in dilsel kökeniyle uğraşmayacağım. Aydınlanmayla birlikte devletin laikleşmesi düşüncesi ortaya çıkıncaya kadar dinler ve din adamları bireyi, toplumları ve devleti dinin kurallarına göre yönetmişlerdi. Din anayasa, yasa ve hukuk idi. Ta 18. yüzyıla kadar. Laik harekette prenslerin Roma’ya başkaldırısının da payı var. Laikliğin tanımına temel oluşturacak örneği Avrupa’dan değil bizim Osmanlı’dan vereceğim:

II. Mahmut, ulemaya yalnız din işleriyle uğraşmalarını, hükümet işlerinin yalnız padişahın mutlak yetkisine ait bir alanda olduğunu eylemleriyle belirtmiştir. Örneğin düşünülen vergiler, medrese softalarının askere alınması, din kurumunun izni alınmadan haciz ve müsaderelere girişilmesi, vakıf işlerinin ele alınması, Frenk âdetlerine karşı aşırı ilgi gösterilmesi gibi konularda şeyhülislamın verdiği bir muhtırayı yırtarak bu gibi işlerin yalnız hükümdar yetkilerine ait olduğunu belirtmiştir. Bu, laiklik yönünde bilmeden atılan büyük adımdır. Şimdi, Mersin’in Mesudiye Mahallesi’nde bulunan Kayatepe İlkokulu’nda öğrendiğim tanımı yazacağım: “Laiklik din ile devlet işlerinin ayrılmasıdır!”

Bu ayrılma ve ayrışma gerçekleşince devlet ve toplumda değişim ve gelişim yolunda önemli işler olmaya başlamış: İlkin okul ve mahkeme (yargı) laikleşecek yani okullarda dinin baskı ve engeli kaldırılacak, olmayacak; yargıda İslamın, Kuran’ın naslarına (dogmalarına) göre değil insanların meclislerde oylamayla yaptıkları yasalara göre karar verecek.

Din sayesinde muktedir olanların, karınlarını doyuranların böylesine büyük bir değişimi (darbeyi) kuzu kuzu kabul etmeleri elbette mümkün değildi, değildir. Düşünsenize, dini kullanmak sayesinde Ali kıran baş kesen olmuşlar, bir elleri yağda, bir elleri balda, ellerindeki “fetva” yetkisi sayesinde aslanı kuzuya çevirebiliyorlar... Bu yetki gücü dünyanın her ülkesinde bunaltıcıydı.

Laikleşme ilkin okul ve yargıda başlar, başladı... Din eğitim ve öğretimi, okul dışına çıkarılıp ailelere ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na bırakıldı. Lakin, sözünü ettiğim günümüz iktidarının emir eri Diyanet değil, Cumhuriyetin diyaneti. İkinci atılım hukuk ve yargıda oldu: “Her derde deva ebe gömeci” medrese çıkışlı kadının yerini hukuk mektepleri ve daha sonra hukuk fakültelerinden mezun yargıçlar ve savcılar aldı. Fıkıh (İslam hukuku) ve Mecelle’nin yerine TBMM’nin yaptığı yasalar geldi. Okullarda din dersleri kaldırıldı. Okullar ve mahkemeler laikleşmeden bir devlet ve toplumun laikleşmesi mümkün değildir.

İslamcı tayfasına bakarsanız laiklik dinler arasında eşitlikçi davranma ilkesiymiş. Elbette doğru ama gerisi de var; ama onlar bunu hiç söylemezler. Ama ben söylerim: Laiklik sadece dinler arasında eşitliği gözleyip sağlayan bir kurum değildir. Laiklik, dinlerin baskı ve zulmüne karşı bireyi ve toplumu koruyan bir kalkandır. Laiklik olmadan demokrasi ve cumhuriyet OL(A)MAZ! Biri R.T. Erdoğan’a söylesin: Laik düzende devletin dini yoktur!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Üst kimlik olarak İslam 10 Aralık 2024
Yandaş hakem 8 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları