Her sabah, acaba bugün ülkem hangi rezilliklere uyanacak endişesi... Bugün kaç kişi gözaltına alınacak? Kaç kişi tutuklanacak? Araplara daha kaç Kanal İstanbul reklamı hazırlanacak...
Bugün 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı. Soma katliamında 301 insanımız katledilmişti. Ölenlerin ailelerinin hakkını savunan avukatlar hâlâ içeride, hapiste. Dava sona erdi. Hiçbir sorumluya, yetkiliye ceza yok. Katledilen 301 işçinin bedeli 16 sanığa 5’er ay hapis.
Tanrı aşkına, böyle yaşanır mı! Ama yaşıyoruz işte.
SANATA SIĞINMAK
Yaşamaya çalışırken en çok edebiyata, müziğe sığınıyorum.
Ve işte birden o konser: Klasik müzik dünyasının zirvesine çoktan yerleşmiş Pinchas Zukerman ve Sinfonia Varsovia Orkestrası CRR’ye geliyor. Bu konser kaçmaz!
Belki 30 yıl önce canlı dinlediğim bu keman, viyola ve orkestra şefi sahneye çıktığında, ilk tepkim şu oldu: Ah, bu genç yakışıklı sırım gibi delikanlı ne zaman bu kadar ihtiyarladı...
Derken efendim orkestrayı yönetmeye başladı: Edgar’ın: “Yaylı Çalgılar için Serenad Op.20”si ilk performansıydı. O bembeyaz saçlı o “ihtiyar” gözümüzün önünde gençleştikçe gençleşti. Sonra kemanını eline aldı: Mozart’ın “Keman ve Orkestra için 5. Konçerto”sunu çaldı. (Bu eser “Türk Konçertosu” diye de bilinir) Harika bir seçim. Ve o bembeyaz saçlı usta gözümüzün önünde gepegenç bir büyücüye dönüştü. Kâh elleriyle, kâh kemanıyla ama en çok çalış biçimiyle, yorumlarıyla CRR Salonu’nu dolduran biz ölümlüleri gökyüzüne çıkardı.
SU İÇER EKMEK YER GİBİ
Zukerman, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Polonya’yı terkedip Filistin’e yerleşen ailedendi. 1948 doğumluydu. İlk keman derslerini babasından almış 8 yaşında Tel Aviv Konservatuvarı’na girmişti. En büyük şansı Pablo Casals gibi Isaac Stern gibi ustaların ona sahip çıkması ve 13 yaşına geldiğinde ABD’ye Juilliard Müzik Okulu’na yollanmasıydı.
Hayatını anlatırken hep şunu söylüyordu: Isaac Stern bana, “Sünger gibi olmalısın, her şeyi öğrenmeli içine çekmelisin derdi. Ben de söz dinledim. Keman kadar viyolayı da çok sevdim. Hepsini içime çektim”.
Bir de onun anılarında unutmadığım şu olmuştu: “Müzik, benim için su içer gibi, ekmek yer gibi doğal bir şey oluncaya dek çalışırdım.”
Mozart’ın 5. Konçerto’sunu dinlerken düşünmeden edemiyordum. İşte bizim şimdi hapiste esir tutulan gençlerimiz için de 19 Mart’ta muhalif cumhurbaşkanı adayının tutuklanmasına, sivil darbeye karşı çıkmak, demokrasi mücadelesinin bir parçası olmak bizim gençlerimiz için de su içmek, ekmek yemek gibi doğaldı.
Kulağım Mozart’ta, ruhum hapisteki gençlerde. Esila Ayık kronik kalp ve böbrek hastası. Hastane ile hapishane arasında gidip geliyor.
Mozart benim için klasik müzik bestecileri içinde Aydınlanma düşüncesinin en somut simgelerinden biri. Bizi duygudan duyguya geçirmek ve önümüzde ufuklar açmakta üstüne yok.
Öğrencilerin duruşmaları ekime bırakıldığına göre o gençler dışarı çıktığında yüzlerine nasıl bakacağız.
Şimdi Mendelssohn’un 4. Senfoni’sini muhteşem bir orkestranın yorumuyla dinliyoruz. Bu da “İtalyan” diye bilinir. Ama aklım İtalya’dan çok Silivri’de.
Kaçak yapılarla mücadele edenler, ranta yolsuzluğa izin vermeyenler, Kanal İstanbul katliamına karşı çıkanlar hapislerde.
BARIŞ DİLEĞİ VE ZULÜM ARASI
Konser sona erdi. Millet ayakta alkışlıyor. Dinleyiciler arasında bizim keman ustalarımızı seçiyorum: Cihat Aşkın ve Pelin Halkacı. Ayakta alkışlar dinmek bilmiyor.
Alkış bitmiyor. Zukerman, önce İngilizce konuşacağı için özür diliyor, sonra “Encore” (alkışlar için yeniden çalma) adeti olmadığı halde bu kez çalacağını söylüyor ve bir dilekte bulunuyor: “Dünyadaki bu korkunç savaşlar dursun. Tek isteğim bu. Umarım Ukrayna’dakiler de KGB’dekiler de beni duyar” diyor. Sonra Brahms’dan “Ninni”yle alkışlara karşılık veriyor.
Benim tek dileğim ise: Ülkemdeki bu zulüm bitsin!
Bugün 1 Mayıs! Kulağımda, dilimin ucunda ve de yüreğimde Timur Selçuk’un bestesiyle, Nâzım Hikmet’in sözleriyle söylediğimiz o marş... “Paranın padişahlığını/ Karanlığını yobazın/ ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selam!/ Selam, selam, selam, Türkiye işçi sınıfına selam!”