Zeynep Oral
Zeynep Oral zeynep@zeyneporal.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Tutukluluğun devamına...

02 Kasım 2017 Perşembe

Sabahın erken saatleri. Sabahın ayazı içimize işliyor. Üşüyoruz. Dışarıdaki gazeteciler, içerideki gazeteciler... Hepimiz üşüyoruz. Zaten yok birbirimizden farkımız. Kim içeride kim dışarıda belli değil...
Adı “Saray” olan “adaletsizlik abidesi”nin önündeki boş alanda birkaç avuç insanız. Uluslararası, ulusal, uluslar üstü, uluslar dışı ama vicdan sahibi nice temsilci söz alıyor... Birkaç avuç insanız, çok da üşüyoruz ama o meydanda herkes birbirine kollarıyla değilse bile gözleriyle sarılıyor. Ben de buradayım... Ben de... Ben de... Binlerceyiz... Milyonlarca... İçimiz ısınıyor...
Kuyruklar kuyruklar, aramalar taramalar... Adaletsizlik Abidesi’nden içeri girip ikinci katta, o dar kapının önüne yığılıyoruz... İstif halinde kıpırdamadan... Havasızlık... Ama henüz boğulmayacağız. Çünkü buraya arkadaşlarımızı almaya geldik. Çoktan çökmüş bir iddianame daha ne kadar kelepçeye dönüşebilir ki!
Bir saatti aştı... Kıpırdamıyoruz kapı önündeki yerimizi yitirmemek için. Bekliyoruz kapının açılmasını... Kapı açılmıyor. Dünyanın tüm yabancı elçilikleri ve konsoloslukları kapının önünde... Dünyanın tüm tutuklu eşleri, sevgilileri, çocukları o kapının önünde... Bir anda yanı başımda Gunter Wallraff... Eski günleri yad ediyoruz... Aziz Nesin’li, Yaşar Kemal’li günleri...
Bekliyoruz... Bana öyle geliyor ki artık ne beklediğimizi bile bilmiyoruz... Kapı önlerinde beklemek bir yaşam biçimine dönüşmüş... Adeta kanıksamışız ha içeride ha kapının dışında olmayı...
Kapının açılmasını bekliyoruz: Beklerken herkes zoraki de olsa birbirine umut aşılamaya çalışıyor. Hepsi çıkacak!!! Görürsünüz hepsi çıkacak! (Biri kulağıma fısıldıyor: Belki birini tutarlar...) Hangisini? Hangisini? Onlarca ses yükseliyor: Hangisini?
Mantık yok. Hak, hukuk yok... Hangisi, hangisi...
Sonunda kapı açılıyor. İçeri doluşuyoruz. Yürekleri pır pır tutuklu aileleri, siyah cüppeleriyle avukatlar, dışarıdaki sanıklar, düşünce ve ifade özgürlüğüne inanan gazeteciler, yabancı diplomatlar, vicdanlı insanlar... İçeri doluşmamızla: Ahmeeet! Muraaat! Akıııın! Emreeee! İsimler havada uçuşuyor! Eller kollar öpücükler havada uçuşuyor!
Sonra... Sonra... Sessizliğin içinde konuşmalar... Ne çok kelime, ne çok konuşma... Hiçbir şey anlamıyorum. Sanki sözcüklerin artık hiçbir anlamı yok.
Aynı sözleri, aynı iddiaları, aynı suçlamaları aylardır kaçıncı kez dinliyoruz. Ama sanki hiç söylenmemiş gibi. Hiç duyulmamış gibi. Gözler kapalı, kulaklar tıkalı! Karşımızda duvarlar...
Oysa anladım kimi sözcükleri:
Örneğin avukatların söylediğinden şunu anladım: Yarın istenirse herkes herkesin telefonuna ByLock denen sistemi yerleştirebilirmiş...
Ahmet Şık’ın “aradığınız örgüt bu binada, hâkim savcı kılığında, işbirlikçileri de medyada” tümcesini...
Murat Sabuncu’nun “Peki ben gazeteciliği sizden mi öğreneceğim?” sorusunu...
Akın Atalay’ın “Hiç şüpheniz olmasın bugün güçlü gibi görünenler değil, haklı olanlar kazanacaktır” sözlerini anlayabiliyorum pekâlâ...
Bir de ihbarcı gazetecilerin gözlerini nasıl kan bürüdüğünü, meslektaşlarını bir gün daha, bir gün daha hapiste tutmak için başvurdukları yolları anlamaya çalışıyorum... İmkânsız anlayamıyorum... Midem kanıyor. Kusmak istiyorum...
Bir gün böyle geçti. Günün sonunda:
Tutukluluğun devamına...
Haksızlığın, hukuksuzluğun devamına...
İnsafsızlığın ve vicdansızlığın devamına...
Kanayarak yaşamanın devamına...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları