Politikalar geçer, sanat kalır!

12 Mayıs 2019 Pazar

SÜRÜNMEK

Eskiden herkesin bacağı kendi bacağı, herkesin hayali kendi hayali ve herkesin kafası kendi kafası iken daha hızlı yürürdük. Kafayı dikip dimdik yürüyebilenler başka varlık ve yaratıklardı. Bizi bırakıp, yeryüzüne çıkıp, kâğıdın, perdenin içinden sıçrayıp, duvarlarda belirip yürüyüp gittiler. Onlar gidince, onlardan açılan yerde sürüne sürüne ilerlemek çok daha huzur verdi bize. Aslında ne yeraltından çıkmak isterdik, ne de görünüşümüzle huzurunuzu kaçırmak gelirdi içimizden. Ama kendi içinde yaratık da değiliz, kendinde varlık da. Hayalperestin kalemi ile fırçası yeryüzü ile yeraltını öyle bir şekilde resmetti ki, yeraltındaki hayatımıza, yerüstünde devam etmek zorunda kaldık. Ellerimizin, kollarımızın, hatta başka yerlerimizin bize rağmen ve biz istemeden harekete geçmesine böyle alıştık. Sürüne sürüne yaşlandık: Önce bir kol, sonra bir bacak, sonra bir kafa, sonra diğer bacak.

(Orhan Pamuk’un sergiye ilişik metinlerinden biri)

Başlık, politikacılar gider, sanatçılar kalır da olabilirdi... Bugüne dek izlediğim sayısız Venedik Bienali içinde ‘ayakları en çok yere basan’ beni can evimden yakalayan 2019 Venedik Bienali oldu. Neden?.. Çünkü yaşadığımız tüm sorunlara, baskılara, güçlüklere parmak basıyordu. Çünkü tepeden tırnağa politikti. Çünkü çok yaratıcıydı. Ve en önemlisi hem yaratıcılıkla sonsuz bir tat, keyif almamızı; hem de eleştirel bakmamızı, tartışmayı sürdürmemizi, yol arayışlarını, dolayısıyla umutlanmamızı sağlıyordu. Belki biraz şematik ve kolaycı olacak ama, hiçbir şey söylemeden şunu vurgulamalıyım: İçerik açısından ve biçim açısından, (elbet bu ikisinin birbirini tamamlayan bütünsellikle) çok zengindi. Çok geniş bir yelpazeye yayılıyordu.

Ekolojik sorunlar, sınırların çoğalması, duvarların yükselmesi, postkolonyalism, açlık, kuraklık, ekonomik ve politik baskılar, işkence hatta ölüm cezası, mülteciler, göçmenler, despotizm, cinsellik, toplumsal cinsellik, cinsel tercihler, insan bedeninin keşfi, bedenin devinimi... Bunlar en sık rastlanan temalardı. Hem bireysel çalışmalarda hem ulusal pavyonlarda. Biçim olarak: Klasik resmin geri dönüşü yanı sıra, plastik sanatların her türü ilk kez bu denli mimari, tiyatro, opera, müzik, dans, performans, fotoğraf, yerleştirme, heykel, şiir ve türevleriyle bunca içiçe ve sarmaş dolaştı. Bu çok geniş genellemeden sonra artık Türk pavyonuna geçebilirim...

İnci Eviner’den: İnsanlık Sorgulaması

Mekâna (Türkiye pavyonuna) girdiğim andan başlayarak kendimi bir mimari düzenleme içinde buldum. Önümde beyaz duvarlar boyunca bir labirent uzanıyordu. Yarım cisimlerden (yarım yatak, yarım iskemleler, yarım lavabolar vb), yarım bedenlerden (giysilerle engellenmiş bedenler - hem video, hem canlı performans) hapishanelerin yarım “demir parmaklıklardan”; daha doğrusu yarım yaşamlardan oluşan bir labirent!

O labirentte ilerlemeye başladım. Duvarda videolardaki engellenmiş insanlar bana eşlik ediyordu. Hayır onlar yaratık değil İNSAN! Bak işte o çocuk ekrandan ha bire küfür ediyor, sövüp duruyordu. Sesini duymasam da bakışından anladım. Lanet okuyor hayatı zindan edenlere, insanlık durumunun içine edenlere!

Demir parmaklıklar kâh ayrılıyor kâh buluşuyor (yoksa öpüşüyor mu?) Hayır hayır, bir bulut geçmiş, izi kalmış o kadar... Bütün bu yarımlar, öteki yarısını arıyor. Eksiklerini, kaybettiklerini kayıplarını arıyor. Labirentte dolaşan ben de...

İlk andan başlayarak kendi travmalarımı yeniden yaşar gibi oldum. Hiç bitmeyecek mi? İnsanlık her an tehdit altında! Yeniden yeniden mücadele etmek zorunda mıyız? Kalıcı değerlerle bu düzen değişmez mi??? Gördünüz işte bir anda BEN ve BİZ, aynı olduk...

İnci Eviner’in Türk pavyonu için gerçekleştirdiği “Biz, Başka Yerde” yapıtı çok katmanlı ve sayısız çağrışıma çok açık. Bunlar benim yorumum. Herkes kendi yorumunu yapabilir. (Dünkü gazetemizde İnci Eviner’in, İKSV Başkanı Bülent Eczacıbaşı’nın, sponsor Fiat adına Tofaş CEO’su Cengiz Eroldu’nun açıklamalarını okumuş olmalısınız.)

Zeynep Öz’ün küratörlüğünde, İnci Eviner’in düş gücü, hayalle gerçek arasında insanlık durumunu sorguluyor. Kâh kayıplara ağıtlardan geçiyoruz (Tolga Tüzün’ün müzik ve ses tasarımı muhteşem); kâh videolara gülümsüyoruz. Projenin Birge Okta ve Gürkan Okta’ya ait mimari tasarımı çok başarılı. Üç performans sanatçısı ve dansçı Canan Yücel Pekiçten, Melih Kıraç ve Gülden Arsal hem videolarda hem canlı gösterimlerde müthişler!

Sonuç çok etkileyici. Nitekim, Der Spiegel, Art Newspaper, Artnet gibi yayınlar, en başarılı “10 ülke pavyonuna Türkiye pavyonunu da aldı. Emeği geçen, katkıda bulunanları kutluyorum.

Halil Altındere

Ralph Rugoff Küratörlüğündeki Venedik Bienali’ne bu yıl seçilen 83 sanatçıdan biri de Halil Altındere’ydi. Bienalin seçtiği tüm sanatçıların 2 ayrı mekânda (Arsenale ve Giardini) de birer eserleri bulunuyordu.

Halil Altındere’nin bu iki mekânın tam ortasına yerleştirdiği “Neverland” (Asla Hiçbir yer) adlı işi “ulusal temsiliyeti” sorguluyordu. Çok görkemli bir bina cephesi, (Palladium stili) tıpkı Bienalin kuruluş yıllarındaki ulusal pavyonların cephesi gibi... Gelin görün ki arkası yok. Sadece bir cephe! (SAHA Derneği hem bu işi desteklityor, hem İnci Eviner projesine katkıda bulunuyordu.)

Sanatçının Giardini’deki öteki işi ise “ Space Refugee” (Uzay Mültecisi”.) Suriye’den ülkemize kaçan tek astronotla ilgili yerleştirme ve video çalışması... (Hoş o astronortu da Türkiye’de tutamadık ya! Hiç olmazsa elimizde bu eser kaldı!) Teşekkürtler Halil Altındere...

Dünyadan sahneler

Bienalin en dehşet verici görüntülerinden biri Arsenale’nın kıyısına yanaştırılmış paslı, yaralı dev bir balıkçı teknesiydi. 2015’te Libya, İtalya arasında kaçak insan taşıyan ve batınca 700 insanın ölümüne neden olan tekne... İnsanlığın utanç sayfası olarak bienale getirilmişti.

Bir başka utanç sahnesi, Bienalin Giardini bölümünün hemen dışında Aborijin Çadırıydı. Avustralyalı sanatçı Richard Bell burada kurduğu “Avustralya Elçiliği”nin önüne koca bir afiş asmıştı: “Beyaz işgalciler çalınmış topraklarda yaşıyorsunuz” diyordu. Çok ödüllü sanatçı Shilpa Gupta (1976 Mumbai doğumlu ), yasaklanmış, hapse düşmüş 100 şairin dizelerini uzun şişler üzerinde sergilerken, o şiirleri kendi dillerinde (İngilizce, Rusça, Arapça, Türkçe,) tepeden sarkan mikrofolardan dinlettiriyor. (O şairler arasında Nâzım Hikmet, Cahit Irgat, Rıfat Ilgaz, H.İ. Dinamo, Salah Birsel, Yaşar Miraç da var)... Sanatçının bir başka eseri ise hiç durmadan çarpan bir demir parmaklık: Sözüm ona bir yeri korumak için ama her çarptığında beynimizde ya da duvarda bir delik açan...

Afrika ülkeleri bu yılın ilgi alanı... Güney Afrikalı “görsel aktivist” Zanele Muholi siyah lezbiyen, eşcinsel, transseksüeller fotoğrafları ve resimleriyle ırk, cinsiyet üzerine odaklanırken, bu yıl ilk kez katılan Ghana Pavyonu 6 sanatçısıyla gözleri kamaştırıyor. İçlerinden Felicia Abban’ın kadın portreleri tarihi yansıtıyor.

Şili pavyonunda 6 ayrı bölümde kültürel referanslarla ülke tarihi yansıtılırken, son bölümde ekranda bir operaylakantatla karşılaşmak çarpıcıydı...

Litvanya, Japonya, Kore, Finlandıya ulusal pavyonlarını iklim sorunlarına ayırmış ulusal pavyonlardı.

Amerikan pavyonu çok ilginçti. “Özgürlük” teması altında en ilgimi çeken Bahamalı sanatçı Tavares Strachan’ın “Beyazların Ansiklopedisi” yapıtı; Amerikan tarihini farklı bir açıdan ele alıyordu. Martin l. King’den James Baldwin’e siyahlara bir saygı duruşu...

Amerikan pavyonunun önünde bir italyan sanatçınnın hamile göbeği dışarıda, “En muhteşem sanat eseri budur” yazılı bembayaz elbisesiyle yer alması İtalyan polisine zor anlar yaşatacaktı.

Rusya pavyonu, ilk kez Hermitage müzesinin patronajında, müzedeki sanat eseri, yazarlık, sinema arasındaki ilişkiyi zorluyor ve ayni zamanda İncilden referanslarla adeta dini bir ayine götürüyordu izleyiciyi... Ama belki de dinden uzaklaştırıyordu...

Brezilya pavyonunda “Swing-gerilla” dansıyla insanı yerinde zıp zıp oynatan müthiş ateşli bir video sunarken: cinsel tercihleri yüzünden, hayatta kalmaları bir mucize olan insanların durumunu ortaya koyuyordu. “Dans ederken varız, ama yaşamak için savaşmak zorundayız” mesajı bundan iyi verilemezdi.

Belçika pavyonu çok eğlenceliydi: Hareketli maket /kuklalar aracılığıyla “ah nerde o güzel günler” diye olmayan ama düşlenilen anları arıyordu. Bu yazıyı yazarken Litvanya’nın, en başarılı pavyon ödülünü aldığını Arthur Jafa’nın ise en başarılı sanatçıya verilen ‘Altın Aslan’ı kazandığını öğreniyorum... Yerim bitti, Venedik Bienali bitmedi. Hikâyeler bitmedi. 24 Kasım’a dek sürüyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları